26 Eylül 2007 Çarşamba

İslam’da Cinselliğin Sınırı

exuality in Islam
İslam’da Cinselliğin Sınırı /
Oral Sex Caiz mi? ve Eşler arasıda Cinsel Yaşam

http://www.netpano.com/makale/?makale=376

Please find the answer for “Sexualıty in Islam, enclosed.
İslam’da Cinselliğin sınırları, Sexuality in Islam / Oral Sex in Islam konularında sizlerle bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.
Günümüz toplumunda karşılaştığım ve şahit olduğum bazı konular böylesi bir yazıyı kalvyeye almamı (kaleme almalı) zaruri kıldı.
Zira internet ile yaygınlaşan her türlü siteye ulaşma kültürü insanlarımızın talep ettiği fetvaları da farklılaştırıyor.
“Bunlar içerisinde” yeni trend sorulardan bir tanesi
“Oral Sex Caiz mi?”
“Cinsel yaşamı renklendirmek için romantik içerikli sex filmi seyredebilir miyiz?”
“Porno film izleyerek cinsel yaşamımıza hareketlilik katabilir miyiz?”
Bu ve benzeri sorular şimdilik fısıltılar halinde fevte verebileceklere soruluyor.
En çok sorulanı da “Oral Sex Caiz mi?”
Yani eşlerin bir birlerini üreme organlarından ağız yolu ile öpmesi, yalaması, tatmin etmesi, dilini – dudaklarını ve ağzını kullanarak mahremi olan yatak arkadaşına zevk vermesi hadisesi…
Cevap:
Oral ilişki, eğer erkek ve kadın yıkanmış iseler o zaman mekruh olmakla beraber haram değildir. Ama eğer yıkanmamış iseler idrar vs. pisliklerin olması ihtimallerine karşı pisliğe bulaşmak haramdır.
Yukarıdaki fetva kısa, öz.
Ezher ulaması bu konuda biraz daha açıklayıcı (kimisi daha müsahamakar) yaklaşım sergileyen fetvalar veriyor.
Bu fetvaların tafsilatını yazının devamında İngilizce olarak veriyorum.
Konu cinsellikten açılmış iken eşler arasındaki cinsel ilişkinin cinsel hayata tesiri ve etkileri konusuna da değinmekte fayda var.
Özellikle günümüz dünyasında çekiciliğin cazibesini artıran kavramlar ve unsurlar külah dondurma kadar ucuzladığı ve basitleştiği basitleştirildiği için.
Mezun olduğun fakültenin Müderrislerinden hocam, başımın tacı Antepli büyüğüm “İlham gelsin diye çıplak görebileceğimiz bir çift güzel göz aradığımız çok olmuştur” derdi.
Sadece 1 çift göz…
Bu gün ise, mahremiyet fotojenik bir estetikten öteyi gitmeyen kareler olarak sunuluyor insanların vahşileştirilen gözlerine.
Bu vahşileşme sürecinde bizim de katkımız yadsınamayacak kadar çok.
Eşinin vücudunu keşfedememiş olacak ki… Keşfin esrarını önce kitaplarda arayan insanlar vardı.
Fatih’in en işlek kitapçısı 1980’li yılların sonunda Ali Rıza Demircan’ın “İslama Göre Cinsel Hayat” adlı kitabını satarken talebe cevap veremiyordu. Hatta bir ara yasaklanmış – yasaklanıyor hadiseleri nedeni ile tezgah altından bile satılmıştı.
O zaman 20’li yaşlarda bir delikanlıydım. Fatih’in en işlek kitapçısında, sakallı amcaların, çarşaflı teyzelerin utana sıkıla bu kitabı “akşamcıların rakıları - şarap şişelerini” mahalle bakkalından sümen altından alması gibi, gizlice edinmelerine şaşırmıştım.
Ne kadar çok satmıştı bu kitap.
Müslümanlar adeta yeni bir BAŞUCU Kitabı bulmuşçasına “İslama Göre Cinsel Hayat” eserine sahip çıkmıştı. Ali Rıza Demircan Babıali’nin ihtişamlı günlerinde devrin önde gelen gazetelerinden birisine tefrika ettiği eserini kitap halinde yayınlamıştı
Oral (ağız ile) cinsel ilişki caiz midir? İle başlayan sorumuza eşler arasındaki cinsel yaşamı etkileyen diğer konularla devam edelim.
Zira evlilik ile başlaması gereken cinsel yaşam, zifaf gecesine kadar masumiyetini korumuş ise, heyecanlı, korku dolu, keşfe hazır bir sürecin başlangıcını da temsil ediyor.
Zira evlilikte cinsellik, tarafların gerçekleştirdiği paylaşımın önemli bir parçasıdır. Her iki taraf da bundan memnun kaldığı sürece evliliğin önemli sigortaları korunmuş olur.
Ama cinsellik evlilik için her şey değildir. Zira salt mutluluk için cinselliğin yetmediği herkesin malumudur.
Verimli, zevkli bir cinsellik için zihinsel e ruhsal uyum da çok önelidir. Bu döngü dengeli olmaz ise aksaklıklar, tatminsizlikler baş gösterir.
EVLİLİK ÖNCESİ CİNSELLİK - SEX VE İLK GECE KORKUSU KONUSNUDA BİLGİLENME
Bil hassa hanımefendiler ilk gece bekaret kaybının nasıl olacağı konusunda korkulu biraz da endişeli bir süreç içerisinde ne olacağını merakla beklemektedirler.
İlk gecenin ruhi ve sosyal yükünün hafifletilmesi için doğru kanallardan gerçekçi bilgiler almalıdırlar.
(Masum kaldığını düşündüğümüz çocuklarımız günümüzde internette her bir şeyi uygulamalı olarak görüyorlar ya her neyse)
BALAYI ADI GÜZEL KENDİSİ KORKU DOLU GÜNLERE DÖNÜŞMESİN
Evlilikte her iki taraf da deneyimsiz ise ( ise diyorum zira artık deneyimsiz insan giderek azalıyor) ilk birleşmenin kaygıları bu ilk gün / gece de daha çok yaşanır.
Unutulmamalı ki evlilik ile birlikte cinsel ilişki de zamanla yerine oturacaktır.
EŞLER BİRBİRLERİNE BEKLENTİLERİNİ MUTLAKA SÖYLEMELİ
Cinsellikle eşler arasında iletişim kopukluğu tarafları çok olumsuz yönde etkiler. Bunun için zihinsel ruhsal ve bedensel doyum konusunda ciddi mütalaalar gereklidir. Unutulmamalı ki cinsellik eşler arasındaki iletişimin en çıplak olanıdır.
ÖN SEVİŞME – SEVGİ VE OKŞAMA DUYGUSAL DOKUNUŞLAR ÇOK ÖNEMLİDİR
Cinsellik salt bedensel birleşme, pornografik bir eylem değildir. Duygusallık, ön sevişme ve okşamalar eşlerin ruhsal yaşam kalitesini doğrudan zirveye çıkaran önemli bir etkendir. Bu cinsellikte göz ardı edilmemesi gereken önemli bir husustur.
Evet gördüğünüz gibi aile hayatında mutluluk için taraflara özel görevler düşüyor.
Gelelim Sexual life in Islam meselesine
QUESTION: Islam's stance on oral sex
Respected scholars of Islam, As-Salamu `Alaykum wa Rahmatu Allah wa Barakatuh. What is the Islamic stance on oral sex between the husband and his wife? Jazakum Allah khayran.
Answer
Wa`alykum As-Salaamu Warahmatullahi Wabarakaatuh.
In the Name of Allah, Most Gracious, Most Merciful.
All praise and thanks are due to Allah, and peace and blessings be upon His Messenger.
Dear questioner, thank you so much for your concerns about your religion and Allah’s teachings even in what concerns your sexual life with your wife.
As regards your question, it is to be noted, first of all, that all acts that aim at satisfying and pleasing the spouses are allowable so long as two things are avoided, that is anal sex and having sex with a wife while she is still in her menstruation. Thus, it is permissible for a husband and a wife to practice cunnilingus and fellatio. Following we’d cite the opinions of some well-known Muslim scholars in this regard:
The eminent Muslim scholar, Sheikh Yusuf Al-Qaradawi states:
“I was asked about oral sex in America and Europe when I began to travel to these countries in the early 70s. We are not used to be asked these questions in our Muslim countries. Those Western people are accustomed to stripping naked during sexual intercourse. These are communities of nakedness, and from the licentiousness of the woman that she wears nothing to screen her body in her daily life.
So, they are in need of more excitements during copulation. However, men in our Muslim societies see nothing in the Muslim woman that can excite them on the basis of her wearing either Hijab (veil) or Niqab (face cover). But concerning whether being in complete nakedness during practicing copulation is lawful or not, the Prophet of Allah, peace and blessings be upon him, is reported to have said, "Guard your private parts except from your wife or your slaves."
Muslim jurists are of the opinion that it is lawful for the husband to perform cunnilingus on his wife, or a wife to perform the similar act for her husband (fellatio) and there is no wrong in doing so. But if sucking leads to releasing semen, then it is Makruh (blameworthy), but there is no decisive evidence (to forbid it).
These parts are not dirty like anus, but it is ordinarily disgusting to man. But there is no decisive evidence to make it unlawful, especially if the wife agrees with it or achieves orgasm by practicing it. Allah, Exalted and Glorified be He, says: "And who guard their modesty, save from their wives or the slaves, that I heir right hands possess, for then they are not blameworthy, but Who so craveth beyond that, such are transgressors.” (Al-Mu'minun: 5-7)”
In the light of this, scholars maintain that the husband is allowed to enjoy his wife through any means of enjoyment except anal sex, for that is strictly forbidden.
Dr. Ali Jum`ah, professor of the Principles of Islamic Jurisprudence at Al-Azhar Univ., says further that licking, sucking and kissing spouse's sexual organs are all allowed, as long as it gives a person sexual gratification that will keep him away from Haram (unlawful) or starring at opposite sex (marriageable). But every Muslim must keep in mind that sexual intercourse is just a lust and passion that must be satisfied in a lawful way; it's not to be perceived as necessary as foods and drinks, as it's the case in the Western perverted ideology.
Shedding more light on this, Dr. Sabri `Abdul Ra’ouf, professor of Islamic Comparative Jurisprudence, at Al-Azhar Univ, says that it's allowed for the married couple to enjoy each other as long as what they do does not run counter to the teachings of Islam or violate the public norms. He also gives support to the view of Sheikh Al-Qaradawi that oral sex or kissing private parts of the spouse is something viewed disgusting to Muslims, but if the aim is just kissing (without having constant indulgence in it) it's not sinful to do that, but people of high morality normally keep away from that, as not to give in to imitating non-Muslims.”
In conclusion, it has become clear now that oral sex is not prohibited, but it is not the normal choice for committed Muslims and Muslimahs. That's, despite that oral sex is not Haram, it is completely disgusting and does not conform to the pure taste and decency of a Muslim personality.
Here, it should be noted that one of the main objectives of Shari`ah is to safeguard the life of people and keep them healthy. Based on this, if it is scientifically proven that oral sex or such practices cause mouth cancer or form a danger on the health of a person who practices it, then it becomes totally prohibited.
(http://www.islamonline.com/cgi-bin/news_service/fatwah_story.asp?service_id=318)

12 Eylül 2007 Çarşamba

Sevişmek

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu124.htm

Sevişmek
Cinsi münasebetin tatmine erdirici olabilmesi için ilişkiden önce sevişilmesi şarttır.
Kadının sürekli tatminsizliği kadın cinselliğine karşı bir zulümdür. Kullarına tatmin olunma ihtiyacı duyulacak bir cinsellik ihsan eden Yüce Allah, elbetteki bu zülme razı olmaz. Cenab-ı Hak buyuruyor: "... Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın). (Bakara Suresi /223)
Resulullah buyuruyor:
Üç şey cefadandır; .... kocanın yönlenderdiği nükteler ve öpüşmeler olmaksızın, eşler arasında cinsel ilişki olması. Sizden hiçbiriniz eşiyle hayvanlar gibi (sevişmeksizin) birleşmesin.
Üç tür uygulama, kişinin acizliğindendir. ... kişinin fısıldaşmaksızın, sarmaş-dolap olup eğlenmeksizin eşi ile cinsel münasebette bulunması; eşi orgazm olmadan boşalıp işini bitirmesidir.
Erkekler için olduğu kadar, kadınlar için de sevişme bir sünnet görevidir. Resulullah buyuruyor:
Senin onunla, onun da seninle sevişeceği, senin onu, onun da seni öpüp-ısıracağı bir bakire ile evlenseydin ya!
Kıyâmet Günü Allah katında insanların en şerlilerinden biri de, kendisi karısıyla karısı da kendisiyle sevişip ilişkide bulunduktan sonra, karısının sırrını açığa vuran adamdır.
Sevişmek; kadının hem hakkı, arzulayan kocası için hem de görevidir. Kadınlığın gereklerini üstlenen bir kadın olmak yüceliktir. Mümin kadınların kocalarına aşık, işveli ve onları kadınlıklarına bağlayan kadın olmaları Rabbimizin arzusudur. Hiç şüphe yok ki Kur'an-ı Kerim'de Cennet kadınlarının vasfedilmesinin bir gayesi de Müslüman kadınları, onların vasıflarıyla vasıflanmaya yöneltmektir.
Cinsi münasebetten önce fısıldaşma; öpme, dil ve dudakları emme v.s. müekked sünnettir. Aksine davranış mekruhdur.
Sevişmede bir sınır varmıdır?
Koca ile karısı arasında adet ve lohusalık hallerinde cinsi münasebette bulunma ile arka uzuvdan ilişki ve mazohizm-sadizm dışında hiç bir kesin yasak yoktur.
Bu sebeple bu haramların dışında ayıp-günah olacak hiçbir cinsel davranış tasavvur edilemez.
Üreme organından olmak şartıyla, eşler diledikleri gibi birleşebilirler. bu onların seçimine bağlıdır. Ancak Allah'ın Resûlü'nün sözlü sünnetine uyumluluğu dolayısıyla klasik şekil denilen kadının sırt üstü yatma şeklinin temel tercih olarak benimsenmesi uygundur.
Oral İlişki
Tabi bir sevişme tarzı olmadığı için, oral ilişkinin bir süre sonra nefretimsi duygulara sebep olabileceği ve dolaylı olarak cinsel mutluluğu olumsuz yönde etkileyebileceği gerçeğini de hatırlatarak, kaçınılmasını öğütleriz

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu123.htm
Hamile Eşle İlişkide Bulunmak

Hamileliğin devamı süresince ilişkide bulunmak helaldir. Çünkü doğum öncesinde ilişkiyi yasaklayan açık bir ilahi buyruk yoktur. Eşler, aralarında zararsız bir ilişki metodu geliştirebileceklerinden, olmaması da tabidir. Ancak, hamile eşin özel durumu sebebiyle belirli sürelerle de olsa tıb bilginlerinin yasaklayacağı ilişkiyi, dini bir yasak şeklinde değerlendirebiliriz. Değerlendirmeliyiz de. Zira Allah'ın ve peygamberlerinin bildirileri ve kesinlik kazanmış hususlarda tecrübeye, daha genel bir ifadeyle ilim verilerine uymak, islami bir kuraldır.
Hastalıklı Eşle İlişkide Bulunmak
Ay hali ve lohusalık dışında cinsel görevlerin ertelenmesini mazur gösterebilecek tek geçerli sebeb ise hastalıktır. Ancak her hastalık ve her derece hastalık pek tabidirki sebep gösterilemez. Dindar veya ilmi ideolojiyle yorumlayan mütehassıs doktorların ilşkiyi zararlı buldukları durumlarda hastalık, hiç şüphesiz erteletici makul bir sebeptir. Tedavi süresince ilişkiye girilmemesi gerekir.

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu122.htm

Kadına Arka Organdan Yaklaşmak
Kadına arka organdan temas ne şekilde olursa olsun kesinlikle haramdır. Şayet kadın bu işe razı olacak olursa, o da büyük günaha ortak olur. Eşler arası bile olsa anal ilişki livata olarak adlandırılmış olup, yasaklanmıştır.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Ey Muhammed! Sana kadınların ay başı halinden de soruyorlar. De ki: O bir eziyettir Onun için ay başı halinde oldukları zaman kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman ise Allah'ın emrettiği yerden onlara varın, yaklaşın Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever."(Bakara Suresi :222)
"Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!" (Bakara Suresi :223)
Cinsel ilişki çocuğun çıktığı yerden olmak şartıyla ister kadının yüzü dönük olsun size, isterse arkası, Cenab-ı Hak (C.C.) helal olan yere ekin tarlası diyor. Yani çocuk yetişen doğum olan yer, bunun dışında herhangi bir yerden varmak haramdır.
Allah Resulu buyuruyor: "Kadınlara arkadan varmayınız." "Kadınlara arkadan yaklaşana lanet edilmiştir." "Allah'ın size emrettiği yerden kadınlara yanaşın."
Erkeğin cinsel organının sünnet kısmı kadının arka organına sokulmasıyla bu haram işlenmiş olur.
Karısının tenasül uzvunu bırakıp da livata edenlere, şiddetli tazir lazım olur.

Kaynaklar: 1) Büyük Kadın İlmihali, Rauf Pehlivan 2) İlmihal, İslam ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı 3) Günümüz Meselelerine Açıklamalı Fetvalar, Mehmed Emre 4) Tirmizi

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu75.htm

Cinsel İlişkide Eşlerin Başkalarını Hayal Etmeleri
Eşler cinsel ilişkide bulunurken erkek hanımını tanıdığı güzel bir kadın diye hayal etmesi, kadının da kocasını başka bir erkek diye hayal ederek sevişmesi, cinsel ilişkide bulunması haramdır.
İbn-i Abidin bu, suyu şarap olarak düşünüp şarap niyetiyle içmeye benzer. O, haram olduğu gibi bu şekilde cinsel ilişkide haramdır. (İbn-i Abidin:6/372))
Bu tür davranışları ailelerin yıkılmasına sebep olacağı için İslam yasaklamıştır.

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu76.htm
Cinsel Resimler ve Filmler
Dinimizde insanı kötülüklere iten zaaflar ve alışkanlıklarkonusunda yasaklayıcı hükümler bulunmaktadır. Bu hükümlere uyabilenler âhiretlerini kurtardıkları gibi, dünyalarını da kurtarıyor; gittikçe yaygınlaşan olumsuz alışkanlıklardan kendilerini ve çocuklarını da muhafaza ediyorlar. Cenab-ı Hak'kın ikazına kulak verelim:
"Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur." (1)

Cenab-ı Hak "Zinaya yaklaşmayın!.." diyor. “Zina yapmayın!” demiyor, “Yaklaşmayın!” diyor. Onun için İslam alimleri zinaya vesile olabilecek, davetçilik mânâsına gelebilecek, tahrik ve teşvikçi görüntüleri yasaklayan din, müstehcene bakılmasını da caiz görmüyorlar. Çünkü asıl mesele yaklaşmamaktadır. Yaklaşmazsanız kurtulmanız kolay olur. Yaklaştıktan sonraki gelişmelere dayanmanız zorlaşır, ateşe yaklaşanın içine düşmesi gibi bir sonuç çıkabilir.
Cenab-ı Hak bakma konusunda diğer bir ikazında şöyle buyuruyor:
"Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar.... Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, "(2)
Sofiyeden Şiblî (k.s.)'ye: "Ne demektir? diye sormuşlar, demiş ki: "Baş gözlerini haramlardan, kalp gözlerini Allah'tan gayri şeylerden çeksinler." (3)
Gözler müstehcene nazar etmekten sakınılmalı ki hayaller tertemiz olsun, zihinler kirlenmekten korunsun. Sadece kafa gözlerini kapamakla, sakınmakla kalınmamalı, haramlar hayallere dahi alınmamalı, hayaller bile korunmalı diyor büyükler.
Bu konudaki görüşler,
Ahmed Şahin:
Gözle bakış konusunda neden bu kadar israrlı ikaz ediliyor insanlar? Çünkü bütün günahlar, ahlâkî bozulmalar müstehcene bakışla başlar, bakışın israrıyla gelisir, sonra fiilî günaha dönüşür. Üstelik gözler baktıklarının resimlerini de çeker, hayal arşivinde depo eder. Nereye gitse, nerede olsa artık çektiği bu resimler, hayal âleminde gözlerinin önündedir. Öğrenciyse dersine çalışamaz, isçiyse mesleğine tam yönelemez, fikir adamıysa zihnini toparlayamaz, derken her konuda gerileme ve düşüş söz konusu hale gelir. Bu duruma düşmemek için din, müstehcene karşı yasaklar koyar, mensuplarını böylesine gerilemelere düşmekten kurtarır. (4)
Ali Rıza Demircan:... cinsel tahrik amacı olsun veya olmasın İslam'a göre çıplaklığın sınırları içine girecek resim ve film çektirmek ve çekmek haramdır. Bu resim ve filmlere bakmak ve ve bunları pazarlamak da haramdır. Haramdır, çünkü doğrudan çıplaklıkla resim ve film aracılığıyla çıplaklık temelde aynı gayr-ı meşrû amaca yöneliktir. Fark yalnızca tesir bakımındandır. Bizat çıplaklık, bilvasıta çıplaklıktan şüphesiz daha tesirlidir. Ancak bilvasıta çıplaklıkda da yaygınlık ve süreklilik vardır. Kaldı ki İslam'da bir söz, davranış ve iş haram kılındıysa, değil onun yansıyan etkili şekli, onunla ilgili bütün eylemler de haram olur.
.... haram sınırlar aşılarak, "sanat sanat içindir" anlayışıyla yapılacak fotmodelliği de, film çalışmaları da haramdır. Pek tabii ki doğrudan cinsel sömürü amacıyla yapılan çalışmalar daha katmerli ve çok yönlü haram olur. ....İslam Dini insanlarıncinsel istikrarı ve mutluluğunu amaçladığı ve cinsel alnda da kulluk yapmalarını dilediği için cinsel haramlara götürecek sözleri, yazılar, resimleri ve filmleri yasaklamıştır. Yasakladığı bu suçların faillerine hem dünyada hem de ahirette cezalar düzenlemiştir. (5)
ve İzahlı Kadın İlmihali'nde özetle:...gazete ve dergilerdeki müstehcen resimler ile televizyondaki açık görüntüler gerçek değil, resim ve hayal olduğu için onlara bakmak hakiki kadın vücuduna bakmak gibi sayılmazsa da müstehcen resim ve görüntüler, insanları tahrik etmekte, din ve ahlak üzerinde bozucu bir tesir yapmaktadırlar. Fitne uyandıran ve ahlakı bozan böyle müstehcen resim ve görüntülere kimse helal diyemez. Avret sayılan yerlerin resim haline getirilmiş şekli de, cinsel duyguları uyandırabileceği gibi, ancak bunun canlısı kadar olmayacağı açıktır. Bu konuda film ise, resimle canlısı arasında bir yerde olacaktır. Bu konuda haramlılığın sebebini akıl kavramaktadır. O daçok az da olsa gerçek zinaya yaklaştırmasıdır. Halbuki allah (cc) zinaya, yapmayı değil, yaklaşmayı bile yasaklamaktadır. (6)Çıplak Erkek Resminin Sakıncası Var mı?Çıplak resimleri sadece kadın resmi diye sınırlamamak lazımdır. Çıplak resimler kadının olursa günah, erkeğin olursa mahzursuz diye bir şey yoktur. avret sayılan uzvun açılması ve bakılması, kimden olursa olsun haramdır ve günahtır. Ancak haramlık ve günahlık en mahrem noktalara yaklaştıkça artar ve ağırlaşır. Böyle olan resimlere bakmaya gelince, bunun, canlısına bakmak kadar ağır günah olmadığı da açıktır. Ancak bunu, berikinin hafif olduğunu anlatmak için değil, aralarında fark olduğunu anlatmak için söylüyoruz.(6)

Kaynaklar:1) İsra, 322) Nur, 30,313) Elmalı Tefsiri, Nur, 304) Müstehcene Bakmanın hükmü, Ahmed Şahin5) İslama Göre Cinsel Hayat -2, Ali Rıza Demircan, Eymen Yayınları, Sayfa 104-105, 20026) İzahlı kadın İlmihali, Asım Uysal, Mürşide Uysal, Uysal Yayınevi, Sayfa 402-403, 2001

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu77.htm
Cuma Günü Cinsel İlişkide BulunmakAllah Resulü buyuruyor:"Her Cuma günü karısıyla cinsi münasebette bulunamayacak olanınız var mı? İyi ya bunda hem kendisinin, hem de eşinin yıknması sevabı olmak üzere iki birim sevabı vardır."Bazı müçtehid alimler, Perşembe günü gecesi cinsi münasebette bulunulmasının da, Cuma günü yıkanılmasını öğütleyen hadislerin kapsamına girebileceğini, aynı sevaba erdirebileceğini ifade etmişlerdir.

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu78.htm
Cinsel İlişkiden Önce Besmele Çekmek
Cinsel ilişkiden önce besmele çekmek müstehaptır. Sonra şu duayı okur:
Bismillhi, allahumme cennibna-ş şeytane ma-rezektena" Bu müstehap ve cinsel ilişkinin edeplerindendir.
Kur'an Bulunan Odada Cinsel İlişkide Bulunulur mu?Kur'an bulunan odada cinsel ilişkide bulunmanın bir sakıncası yoktur. Ancak Kur'an-ı Kerim'e saygı göstermek için onu örtmek icap eder.
http://tesetturgiyim.atspace.org/konu79.htm
CİNSEL BASKIDAN KURTULMA ÇARESİ NEDİR?
Müstehcenliğinden dolayı cevap vermekte zorlandığım konulardan biri de, cinsel duyguların baskısından kurtulmak isteyenlerin başvurduğu kendini tatmin konusu.
Bu konu ısrarla sorulduğundan zorluğuna rağmen cevap vermeye gayret edeceğim. Önce meseleye genel bir bakışla bakalım izin verirseniz.
Rabbimiz aile hayatını kolaylıkla yürütmesi için insanlara cinsi his vermiştir. Bu hissin getirdiği derin bir ilgi ile karşı cinsler birbirlerini sevmiş, bu sevgi sebebiyle birbirlerine hoşgörü ile bakacak hale gelmişlerdir.
Ancak bazen bu cinsi his bilhassa gençlerde baskılar da meydana getirmiş, onları gayri meşruluklara itecek bir etkiyi de göstermiştir.
İşte bu durumda Rabbimiz rüyada ihtilam olma halini yaratmış, had safhada cinsel his baskısına maruz kalan kimseler rüyadaki bu ihtilam olma yoluyla cinsel his baskısından kurtulmuşlar, gayri meşruluklara yönelme duygusuna girmemişlerdir.
Ne var ki bazen ortamın aşırı tahrikinden dolayı rüyadaki teskin olma hali yetmeyip uyanıkken de kendini teskin etme ihtiyacı duyanlar olmuş; bunun dini hükmünü merak ederek öğrenmek istemişlerdir.
Cinsellik duygusunun aşırı baskısından kurtulmak için baş vurulan bu kendini teskin etme olayına (istimna=masturbasyon) kitaplarda (haram, mekruh, caiz) diyenlerin olduğunu görüyoruz.
Şahısların özel durumlarından dolayı böyle farklı hükümlerin verildiği anlaşılmaktadır. Bu mevzuda en başta cinselliği ateşleyen, sahibini günaha zorlayacak derecede tahrik eden görüntü ve teşhirleri seyretmeme ve öyle müstehcen ortamlardan uzak durma kararı çok mühim.
Böylesine tahrikçi görüntülerden insan, büyük bir dikkatle kaçınmalı, sahibini dayanması güç his ayaklanmasına iten zeminlerden mutlaka uzak kalmalı ki; ihtilam olmakla cinsel his baskısından kurtulabilecekken, ayrıca bir de kendini teskin etme zorlamasına maruz kalmasın, kendi kendini böyle sağlıklı olmayan bir durumla karşı karşıya bırakmasın.
Bundan dolayı İsra sûresindeki ayet: (zina yapmayın!) demeyip (zinaya yaklaşmayın!) diyor. Yani zina teşhir ve teşviklerine yaklaşmayın. Çünkü teşhire yaklaşanlar tahrik o!urlar, tahrik olanlar cinsel his baskısına maruz kalırlar. Maruz kalanlar da günahı göze alacak hale gelirler.
Öyle ise günahı göze aldıracak duygu ayaklanmasına sebep olan görüntüleri seyretmekten uzak durmak, konunun ihmal edilmez tedbîrlerinin en başta gelenidir.
Bu konuda bir başka ikaz da tesettür ayetlerinden alınmaktadır. Bu ayetlerde de:
– Mümin erkekler, mümine kadınlar gözlerini harama bakmaktan kapasınlar! diyor. Gözleri kapamak mümkün mü?
Yani gözlerini harama bakmaktan o kadar korusunlar kî sanki kapamışlar gibi hayallerini temiz tutsunlar, günaha iteleyecek tahrike maruz kalmasınlar.
Bu ikazdan da anlaşılıyor ki, bozulmuş vasatlarda ilk tedbir, mümkün olduğu kadarıyla tahrikçi görüntüler seyretmekten uzak kalmak; fıtratın gereği olan ihtilam olmayla iktifa edip kendini sinirsel zafiyete de uğratacak suiistimale, gayr-i meşru tatmin yollarına mecbur bırakmamaktır.
Bütün bu dikkat ve korunmaya rağmen maruz kaldığı baskıdan kurtulmak için kendini teskin etmek zorunda kalan kişi; (büyük günaha düşmemek için küçüğüne başvuran) kimse durumundadır. Buna: (büyüğüne yönelmemek için küçüğüyle yetinme hali) demek te mümkündür. (Merakılfelah)
Ancak bunun en mahzurlu tarafı, baskıyı gidermek için arada sırada başvurduğu bu kurtulma çaresini, zevk alma alışkanlığına dönüştürüp devamlı yapma bağımlılığına düşme yanlışıdır.
Alimlerin haram hükmünü verdikleri, yahut ta harama yakın şekilde mekruh saydıkları, bu türlü bir bağımlılık halidir
Kaynak: Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu80.htm
Cinsel Görevden Kaçınma
Kadının cinselliğinden yararlanmak kocanın hakkı olduğu gibi, erkeğin cinselliğinden yararlanmak da kadının hakkıdır. Erkek bu hakka riayet etmediği takdirde günahkar olmuş olur.
Cenab-ı Hak buyuruyor: "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları varsır. Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bir derece daha fazladır." (Bakara Suresi : 228)
Bu ayette bahsedilen bir derece, cinsellik konusunda değildir. Cinsellik konusunda erkek-kadın eşittir. Erkeğin bir derece daha haklı olduğu konu onun kadını gözetmesi, malını koruması, onu idare etmesi, ailenin yükünü çekmesi açısındandır.
Allah Resulu buyuruyor: "Kadın kocasının izni olmadan (farz oruç dışında) oruç tutar da orucu sebebiyle kocasının arzularını karşılamaktan kaçınırsa Allah ona üç haram işin günahını yükler." "Kişi cinsel ilişkide karısını çağırdığı zaman karısı ocak başında yemek pişiriyorsa da kocasının davet cevap versin." "Kişi karısını yatağa çağırdığı zaman (bir özrü olmadan) kadın gelmekten kaçınır, kocası da bu sebeple ona kırgın olarak gecelerse, melekler sabaha kadar o kadına lanet ederler." "Size cennetlik kadınları tanıtayım mı? Onlar bir hata ettikleri veya kocaları tarafından bir haksızlığz uğratıldıkları zaman kocalarına karşı: "Seni hoşnud etmedikçe uyumayacağım diyebilen kocalarına düşkün kadınlardır.""Kadın ocak başında olsa bile kocasının davetine icap etmelidir."
Aynı şekilde kocanın cinselliğinden yararlanmakda kadını hakkıdır. Bu hakkını almasına yardımcı olmak da kocasının görevidir. Kocanın bu görevini yapmaması, onu suçlu ve günahkar yapar. (Tefsir-i Kurtubi 3/124) Hatta koca cinsel görevini yapamadığı zaman kadın mahkemeye başvurup boşanabilinir. bu hak erkeğee de verilmiştir.
Ancak cinsel hakka riayette kadın ile erkek arasında iki fark vardır:1. Erkek, cinsel hakkını kadından hemen isteyebilirken, kadın bu hakkını hemen istyememektedir. Erkek, azami dört ayda bir kadının cinsel hakkını vermek zorundadır. 2. Erkek, cinsel hakkını kadından bizzat isterken , kadın ancak mahkeme yoluyla isteyebilmektedir. Hastalık gibi önemli bir mazereti olmaksızın, sırf zarar ve eza vermek amacıyla karısı ile cinsel münasebette bulunmayan erkek hakkında karısı dava açabilir.
Kaynaklar: 1)Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN2) Mürşit, Turan Yazılım

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu81.htm
El İle Doyum - Masturbasyon - İstimna
Masturbasyon, el ile tatmin denen bu olay, kişinin cinsel organı ile oynamak suretiyle doyuma gitmesidir. Bu adet genellikle 13-15 yaşlarındaki erkek ve kızlarda görülür. Değişik sebeplerle bu yaşın üzerindekilerde daha az görüldüğü ileri sürülmektedir.
Cinsel organın el veye ne olursa olsun, herhangi bir cisme sürtünmesi veya göğüslerinde yahut göğüs uçlarında ve diğer cinsel bölgelerde sıkıştırma ve benzeri baskılarla yapılan bir uygulamadır. Maksat orgazm olmaktır.
Hristiyanlık da Masturbasyon * 4
VII. yy'da Canterbury'li Thedoros erkek ve kadının mastürbasyonu gibi ahlak suçları işleyenlere muamele konusunda bir tövbe yayınladı. XIII. yy.'da Thomas Aquinas cinsel sapkınlıklar arasında mastürbasyonu da sayıyor, bu eylemi mantığa aykırı buluyordu. Üremeye katkı sağlamıyordu. Bu yüzden ensest, zina ve tecavüzden daha yanlıştı.
Erkek mastürbasyonunun dehşeti bugün hala Roma Katolik Kilisesi'nin cinsel ahlak kılavuzlarında yer almaktadır ve "ciddi bir rahatsızlık" olarak nitelendirilmektedir. Bunun sebebi, kısmen değerli meninin "yanlış kullanımı" ve "ziyan olmasıdır". bununla beraber kadın mastürbasyonu göz ardı edilmiş veya önemsenmemiştir.
Denildiğine göre mastürbasyon, "Kutsal Kitap'ın bu günahı açıkça, ismiyle kınadığı kanıtlanmasa bile", 1054 tarihli bir karardan bu yana "ciddi bir şekilde hastalıklı bir eylem" olarak görülmüştü. Gayri meşru sayılıyordu, çünkü "bütünüyle gerçek sevgi bağlamında karşılıklı kendini vermenin ve insanın ürmesinin anlamından" yoksundu.
XVI. yy.'a kadar erkek menisi "neredeyse insan" olarak görülüyordu. Mastürbasyon, gece kirlenmesiyle meninin harcanmasından korkuluyordu.
İslam da Masturbasyon
İslam alimlerinin bazıları evlilik dışı her türlü cinsel doyumu haram saymışlardır. Delil olarak da şu ayetleri göstermişlerdir: "Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir." (Müminun Suresi : 5-7)
"Ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz; Bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir." (Mearic Suresi 30-31)
İslam alimlerinin çoğunluğu, buradaki aşırı gitmeden, evlilik dışında başka bir kadınla birleşmeyi anlamışlar ve elle doyumu bu birinci derece haramlar arasında saymamışlardır.
Allah Resulu şöyle buyurur: "Cinsel organıyla oynayan bir millete Allah azab etmiştir." "Elini nikahlayan mel'undur" "Elle boşalan lanetlidir"
Bu hadis-i şerif kesin bir hükümle, masturbasyon olayını yasaklamaktadır. Ancak İslam alimlerinden bazıları bu hadisin, sahih hadis kitaplarına girecek kadar sağlam senetli olmadığı için, helal-haram bağlamında delil olamayacağını savunurlar. Bazı Hanefi ve Hanbeli alimleri eşi olmayan birinin, alışkanlık haline getirmemek şartıyla bu sıkıntısını giderebileceği görüşündedirler. Ancak bu sadece bir zaruret kapısıdır. Zina tehklikesine düşmemek ve çok fazla zihni meşgul etmemek içindir. Asıl olarak helal değildir. Bunu hiçbir İslam alimi savunmamıştır. İki tercih arasında kalan bir müslüman zararı daha az olanı tercih etmelidir. Bu bir fıkıh kuralıdır. Eğer bir müslüman, zina yapabilecek kadar kontrolünü kaybetmişse, daha hafif olan bu yolu tercih eder ve zina tehlikesinden kendisini kurtarır.
Bu konudaki görüşler:
Keyfi olarak şehvetini gidermek için el ile menisini getirmek haramdır. Ancak şehveti kendisine galebe çalıp da karısı veya cariyesi bulunmazsa, şehvetini teskin için bunu yaptığında günahkar olmayacağı umulur.(İbni Abidin)
Böyle bir kimse zina edeceğinden korkarsa, el ile meni getirerek şehvetini teskin etmesi vacip olur. (Ebu Leys)
Şehveti galebe çalar da, onu teskin için yaparsa cezalanmaması umulur. (Fethu'l-Kadir)
Şafi ve Maliki mezhebine göre zevcenin elinde mastürbasyon etmesinde bir sakınca yoktur. (Mürşit 4, İlmihal)
Çok az fıkıh aleminin kadınlar konusunda bu konuya değindiği genellikle erkeklerle ilgili bu konunun ele alındığı, bu konuya değinenlerden Mücahid şöyle demiştir: "Bundan önce geçmiş olanlar genç erkeklerin istimnadan uzak kalmalarını emrederdi.. bu konuda kadının durumu ile erkeğin durumu arasında fark yoktur".
Masturbasyon'un İslami hükmü konusunda mezhepler arasında bazı farklılıklar vardır.
Hanefi, Şafii ve Maliki mezhebine göre masturbasyon haramdır.
Hanbeli mezhebine göre ise, zina korkusu olduğu zaman mübah olur, değilse haramdır.
Bu şartlar gözönünde bulundurulacak olursa, elle boşalmanın hükmünü herkes vicdanında daha iyi verebilir. ancak insan fıtratı bunu hoş karşılamaz: yaptıktan sonra pişmanlık duygusu gelen bir fiilin kesin olarak helalliğine hiçbir müslüman inanmaz ve bu yolu çözüm olarak göremez. Haramlar bellidir. Helaller bellidir. İkisi arasında şüpheli şeyler vardır. En güzeli bunlardan uzak durmaktır. Niteki tıp otoriteleride aşırı alışkanlık haline getirilen masturbasyonun ruhi ve fizyolojik zararlarını ortaya koymaktadır. Hafta'da bir defayı aşan istimnanın yol açtığı zararlar hakkında doktorlar şunları söylemektedir: * 6
Bez ve sinirler üzerinde bitkinlik meydana getirir. Çalışan unsurlar iltihaba uğrar ve yavaş yavaş mahvolur.
Alışkanlık kazanıldıktan sonra terk edilmesi zordur. Bu yüzden bu kimseler evlenemezler. Evlenmiş olsalar bile bu fena alış kanlığa devam ederek devam ederek boş yere sinirleri yorarlar.
Tenasüli Nervasteni (Sinir Yorgunluğu) oluşur.
Tenasüli nervasteni genel nervasteni ile karışır:
Hafıza ciddi şekilde zayıflar
Vücut ne bedeni ne de fikri görev yapamaz hale gelir.
Şiddetli başağrıları, uykusuzluk,çarpıntı, iştahsızlık vücudu edeta yıkar, kuvvetten düşürür, zayıflatır.
Biriz Biz
Kaynaklar: 1) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN 2) Müslüman Kadının Fıkıh Kitabı, İbrahim CEMEL 3) Şamil İslam Ansiklopedisi4) Dünya Dinlerinde Cinsel ahlak, Geoffrey Parrinder, Say Yayınları, 20035) Mürşit 4, 6) Evlilik ve Aile Hayatı, A. Aydın

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu82.htm
CİNSEL EĞİTİM NASIL OLMALI Dr. İbrahim Erbıyık Zafer Dergisi - 2001-OCAK-289. SAYI
KADIN VE ERKEK... 'Her birinin kendisine has cinsel özellikleri vardır. Ergenlik çağı ile birlikte zirveye çıkan cinsel ihtiyaçlar, cinsel problemler, evlilik ve aile, evlilikte cinsel hayatın tatminkâr olması için uyulması gereken kurallar, hamilelik ve doğum, çocuğun bedensel ve ruhsal sağlığı, müstehcenlik ve muzır neşriyat, toplumda kadın erkek ilişkileri...'
Bütün bunlar insan cinsî hayatının ana başlıklarıdır.
Cinsel konuların akıl almaz istismarlara konu yapıldığı bir zamanda yaşıyoruz.
Bir tarafta cinsel hayat ayıplarla örtülü bir tabu olarak görülüyor... Öbür yanda, bütün mahremiyet sınırlarına meydan okuyan bir teşhircilik furyası yürütülüyor... Bu tezat tablosundan ortaya çıkan sonuç: cinsel hayatta tam bir anarşi hüküm sürüyor. O halde, dinî kaynaklara ve çağdaş ilimlere dayanarak yapılacak bir cinsel eğitim ihtiyacı ihmale gelmeyecek kadar âcil olmaktadır.
Cinsî konuların insan hayatındaki yeri nedir? Cinsel hayat hakkında bilmemiz gerekenler nelerdir? Medyanın olumsuz bombardımanından nasıl kurtulacağız? Doğru olan nedir? Neler yanlıştır? Sevap, ayıp, günah kavramları en doğru şekilde nasıl anlaşılacaktır?..
Cinsellik hayatımızın bir parçasıdır. Yüce Kitabımızda da şöyle buyrulmuyor mu? İnsanlar iki ayrı cins olarak, 'erkek ve dişiden' yaratılmıştır. Bir çok ayette eşler arasındaki münasebetlerin biyolojik ve psikolojik boyutlarına işaret edilmiştir.
Yaradılışımıza yerleştirilen çok önemli bazı temel ihtiyaçlar vardır: Beslenme, barınma,uyku ve cinsellik gibi...
'Şehvet' olarak adlandırılan cinsî arzu (libido, cinsel haz) kadınla erkek arasında yaratılan birbirine yakın ve beraber olma ihtiyacının biyolojik temellerinden biridir.
Rum suresinin 21. ayetini dinleyelim: 'Yine O'nun delillerindendir ki, size kendi cinsinizden, kendilerine meyil ve ülfet edeceğiniz eşler yarattı. Aranızda merhamet ve sevgi koydu. Şüphesiz bunda düşünen bir kavim için, ibret alınacak çok deliller vardır.'
Bediüzzaman, İşârât-ül İ'caz adlı eserinde, nefis bir duygusal yorum yapıyor:
'İnsanoğlunun en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut olmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezzetlerde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte hayrete düşen veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki, kısm-ı sani ile tabir edilen kadın kalbidir.'
Her bir hücrenin mikrokozmik seviyede, elektronlarına kadar, en ince bir plan dahilinde her türlü ihtiyacını mükemmelen karşılayan Vücut Sarayının Sahibi insanoğlunun bütün ihtiyaçlarını da belli nizamlara bağlı kılarak karşılamıştır. Dinimizin bize kazandırdığı iki temel ölçü olan helâl ve haram kıstaslarına göre kurulan bu nizam, insanın her bakımdan huzurlu olmasının şartlarını sunmaktadır.
Madem insanlarda cinsî ihtiyaçlar, arzular yaratılmıştır. Kadın erkeğe, erkek de kadına eğilimli kılınmıştır. O halde aile hayatı ortamında bu duyguların meşru bir şekilde karşılanması, sağlıklı ve vazgeçilmez bir husustur.
Dinimizde evliliğe büyük önem verilmiş, cinsel hayatı düzenleyen emir ve yasakların büyük çoğunluğu da bu temel ölçüye göre belirlenmiştir.
Zinanın, homoseksüelliğin, evlilik içinde cinsel hayattan çekilmenin, kısırlaşmanın, şehvetle bakmanın vs... yasaklanması, cinsî duyguların meşru yoldan, evlilik hayatı içerisinde tatminine dönük prensiplerden bazılarıdır.
Helâl ölçülerdeki cinsel yakınlaşma ibadet sınırları içerisinde değerlendiriliyor. Zira cinsel ihtiyaçlar kulluk bilinci içerisinde, emredilen prensipler doğrultusunda karşılanması huzur ve mutluluğun en önemli şartlarından biridir.
Cinsel hayattaki sapmaların insanları ne gibi tehlikelere maruz bırakabileceğine sanırım AIDS iyi bir örnektir.
Cinsel eğitim şart mı? İslam'ın emir ve yasaklarını öğrenmek, büluğ çağından itibaren aklı başında olan her Müslüman'a farz ve şart değil midir? Elbetteki bir kısım ibadetlerin sıhhati, bu bilgilerin bilinip yaşanmasına bağlıdır. Gusül abdestinin hangi hallerde zorunlu olduğunu kavramadan ibadet hayatı sağlık kazanabilir mi? Öyleyse cinsel bilgiler de doğru kaynaklardan öğrenilmelidir.
Çocuklar cinsel farklılıklarını daha iki, üç yaşından itibaren sezmeye başlarlar. Bildiğimiz anlamdaki cinsel 'bilinç' ise ancak büluğ çağı ile birlikte yerleşmeye başlar.
Aslında cinsel terbiye ve eğitim doğumla başlamalıdır. Kılık kıyafetten davranışlara, oyun ve oyuncaklara kadar pekçok hususta kız ve erkek çocukları farklı yetiştirilmelidir. Hz. Hasan'ın doğumunda sarıldığı sarı giysiyi Efendimiz beyaz bir giyecekle değiştirmiş, renk ayrımının önemine dikkat çekmiştir.
Cinsel terbiye çocukların büyüyüp gelişmesine göre yoğunlaşan bir seyir takip eder. Kızların anneleri, erkeklerin babalarınca eğitilmeye başlamaları en uygun olanıdır.
Eğitimin amacı çocuğun cinsine has davranışları normal ve sağlıklı şekliyle kazanmasıdır. Çocuktaki normal gelişme seyri dikkatle izlenmeli, sorularına kaçamaklar, ve yanlış sapkın yorumlar yerine, tatmin edici cevaplar verilmelidir. Azarlamak, baştan savmak zarar vericidir.
İbadetle ilgili cinsel bilgilerin verilmesinde geç kalınmamalıdır. Namaz ve orucun gerekleri öğretilirken bu bilgiler verilebilir. 6-7 yaş civarı uygundur. 7 yaşında, en geç 10 yaşında çocukların yatakları, odaları ayrılmalıdır.
En hassas dönem büluğ çağı: Bedenlerdeki farklılaşma ve duygu dünyalarındaki değişmeler, ana, babaların onlarla ciddi bir şekilde konuşmalarını, yol göstermelerini gerektirir. Artık çocukluktan çıktıkları, yetişkin birer genç kız veya delikanlı oldukları, bedensel ve ruhsal gelişmelerin onlara yüklediği sorumlulukların gereği anlatılmalıdır. Karşı cinsle ilişkilerin düzenlenmesi, cinsel hayatlarında nelere, nasıl dikkat edip, yasaklardan kaçmaları benimsetilmelidir. İnce ayrıntılara girmek yersizdir. Ancak evlilik hayatına ait meşru bilgilerin sapık, yanlış, kulaktan dolma, art niyetle piyasaya sürülmüş tehlikeli, zararlı 'cinsel eğitim' yayınlarıyla karşılanmasının önüne geçilmelidir.
Hadislerde belirtilen, meşru ölçüler içindeki cinsel hayat, Allah'a kulluğun bir yoludur. Sünnete uygun yaşayanın her konuda olduğu gibi cinsel konularda da başı ağrımaz.
Aile ortamında ananın kızına, babanın oğluna samimi bir havada doğru bilgileri sunması niçin ayıp olsun ki?.. Allah hakkı öğrenmede haya etmemizi emretmiyor ki..
Dengeli ve istikametli bir cinsel hayat huzurun, mutluluğun yollarından biridir.
Utanma duygusundan arındırılmış bir hayat anlayışının her fırsatta yaygınlaştırılmaya çalışıldığı, cinsî enerjiyi çizgi dışına kaydırma gayretlerinin olumsuz atmosferinde, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamak için geç kalmış sayılmayız. Böylece dünyayı cennete çevirecek huzur ve saadetli aile ortamı yüzümüzde güller açtırır.
http://tesetturgiyim.atspace.org/konu83.htm
Evlilikte Cinsel Hayat
Cima, kadınla erkeğin cinsi temasta bulunmasıdır. İslamiyet, müminleri evlenmeye teşvik etmiştir. Evlilik sayesinde cisi arzular tatmin edilir, iffet ve namuz korunur, neslin devamı mümkün olur.
İslam'a göre cimâ'ın da bir takım adabı vardır. Bunlar; birleşmeden önce euzü-besmele çekmek; örtü altında olmak; kıbleye karşı olmamak; aybaşı halinde yapmamak, dübürden sakınmak, kadına yumuşak davranmak; o da ihtiyacını giderinceye kadar terketmemek; ikinci defa ilişkide bulunacaksa eteğini yıkamak; gecenin başlangıcında ilişkide bulunacaksa uyumadan önce yıkanmak, hiç değilse abdest alıp öyle uyumak; sevgi ve ilgiyi artırıcı hareketlerde bulunmak.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na kavuşacaksınız. müminleri müjdele!.(Bakara Suresi :223)
İslam cinsi arzuların meşru yoldan giderilmesini ister. Kadına dübürden yaklaşılma yasaklanmıştır.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever."(Bakara Suresi :222)"
Bu bildiğimiz tenasül yoludur. Arka yoldan yaklaşmak doğru değildir.
Peygamber Efendimiz buyuruyor:
Hanımına arka yoldan yaklaşan kimse lanete uğramıştır.
Erkeğe veya veya kadına arka yoldan yaklaşan kimseye Allah, rahmet bakışıyla bakmaz" Eşler arası dahi olsa anal ilişki livata olarak adlandırılmış ve yasaklanmıştır. (2)
Son yüzyıllarda Batı dünyasında slogonlaşan cinsi serbestli akımı, bir çok sapıklığın, doğal olmayan ilişkileri iğrenç zevklerin yayılmasına, önü alınmayan hastalıkların, ruhi bunalımların baş göstermesine yol açmış, hatta bundan bütün dünya ülkeleri zarar görmeye başlamıştır. İnsanların cinsel ihtiyaç ve isteklerini gayrimeşru yoldan karşılayan, sömüren yeni yeni ticari faaliyet alanları ve sektörler ortaya çıkmaktadır. Toplumumuzda evlilik içi huzursuzluk ve tatminsizliklerde de bu dış yayın ve telkinlerin önemli payı vardır. (2)
Cinsi münasebetten sonra gusletmek farzdır.
Not: Konu ile ilgili geniş açıklamaları Türk Diyanet Vakfı İslami Araştırmalar Merkezi tarafından basılan 2 ciltlik "İlmihal" isimli eserden okuyabilirsiniz.

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu84.htm
Cinsel İlişkide Müstehab ve Mekruhlar
Müstehab Olanlar
Eûzü-Besmele'yle başlamalıdır.
Niyet zinâdan korunmak ve hayırlı evlat yetiştirmek olmalıdır.
Başlamadan önce, kadınla kâfi miktâr oynaşmak ve kadında kuvvetli bir arzu belirdikten sonra başlamak gerekir.
Acele etmemeli, kadının da tatmin olması beklenilmeli
İlişki bitince hemen çekilmemeli, biraz daha birlikte kalmalıdır.
Tekrar ilişkide bulunmak veya uyumak için, hemen avret yerlerini yıkamalıdır.
Ayrıca abdest almak veya gusletmek lâzım değilse de iyi olur.
Cinsel ilişkiden sonra hiç biri yapılamazsa hiç olmazsa yatak avuç içi ile silinmelidir ki....
Pazartesi ve cuma geceleri olması iyidir. Diğer geceler de câizdir.
Mekruh Olanlar
Kıbleye ayak dönmek.
Yorgan ve benzeri bir örtü olmadan, açık olarak çırılçıplak olarak cinsel ilişkide bulunmak.
Tam ilişki hâlindeyken konuşmak, gülmek, sesi yükseltmek Konuşma ve fısıldamalar, başlangıç sırasında olmalıdır
Eşinin ve kendinin avret uzvuna bakmak. İhtiyaç hâlinde karı koca birbirine tepeden tırnağa bakabilir.
Kamerî ayların ilk, orta ve son gecelerinde cimâ etmemelidir!
Eşler arasında geçen cinsî ilişkilerle ilgili mahrem sırların başkalarına ifşâ edilip yayılması haramdır.

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu85.htm
Gerdek Gecesi
Evlenmiş karı ve kocanın ilk defa bir araya geldikleri gece. Bu buluşmanın özelliği, kadın ve erkek için daha önce bilinmesi mümkün olmayan maddi ve manevi mahremiyetin ortadan kalkmasıdır. çünkü o geceden önce, ayrı dünyalarda yaşayan iki insan, birbirlerine yaklaşarak, aynı hayatı paylaşma durumuna gelmişlerdir. Bunun da ötesinde, aile olarak belirli hak ve görevleri "fiilen yaşama" olayını başlatmışlardır.
Gerdek gecesini, sadece cinsi yönden iki farklı cinsin birbirlerini tanıması olarak görmemesi gerekir. bu beraberlik aynı zamanda, manevi ve hissi bir bütünleşmeninde başlangıcı olmaktadır. Olgunluk seviyesine gelen iki gencin, onmdan sonraki hayatlarıbelirli bir ölçü ve plan dahilinde sürecektir. Bu bakımdan gerdek gecesi; son derece ciddi ve ağır sorumluluklarla dolu bir hayatın başlangıç anıdır. Tek kelime ile bir planlama kararının verileceği zamandır. İki çift paylaşacakları hayatta birbirleri için düşündüklerini açıkça anlatacak ve karşılıklı olarak yekdiğerinden beklediği tavır ve davranıştan konuşacaklardır.
Gerdek, İslami bir olaydır. Çünkü gerdek olayında gözümüze çarpan olağanüstü durum, kadın ve erkeğin meşru ölçüler içersinde bir araya gelmesi ve evlilik gibi büyük bir hadisenin düşünülüp, tartışılarak gerçekleştirilmesidir.
Gerdek olayında, birbirlerini uzaktan tanıyan iki çiftin yakın bir temas ile ve ciddi bir ortamda karşısındakini ölçülü bir şekilde değerlendirmesi sözkonusudur. Çünkü evlilik ile yeni bir hayata başlangıçta, karşıdaki insan bütün özellikleri ile tanınmak durumundadır. İslami mahremiyetin olmadığı durumlarda ve günümüz gibi kadın-erkeğin birbiriyle ölçüsüz ve ve gayri ciddi bir araya gelmesi hali, gerdek olayına gerek duyurmamaktadır. Çünkü olayda ne bir mahremiyet, ne de geleceğe dönük ciddi bir hesap bulunmaktadır. Taraflar; ya kendilerini bekleyecek akibetlerden habersizdirler veya biraraya gelişlerinde sadece "cinsel tatmin" ağır basmaktadır.
Dolayısıyle bazan bu tür gayri meşru ilişkilerde "evlilik" gibi bir müesseseye bile ihtiyaç duymayan insanlar görülmektedir. Tabi ki bu tür ilişkilerin sonu, büyük acılar ve felaketlerle bitmektedir.
İslam'daki evlilik, cinsi duyguların dini bir program çerçevesinde ve beşeri aşkın en temiz özellikleri ile biçim kazanmasıdır. Elbette ki bu temiz ve saf beraberlik, gerdek gecesi gibi başkalarının malumu olmayan ruhi ve bedeni birlikteliğe ihtiyaç duyacaktır.
Prof.Dr. Sami Şener İ.T.Ü. İşletme Sosyolojisi
Kaynak: Şamil İslam Ansiklopedisi, Gerdek Gecesi, 3.cilt

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu86.htm
Cinsi Sapıklığın Cezası Nedir?
Cinsî sapıkların bazıları erkekle ilişki kuruyor, bazıları da hayvanla. Erkeğin erkekle, yahut hayvanla ilişki kurmasının İslâm hukukundaki cezası nedir?
Erkeğin erkekle cinsî ilişki kurması günahların büyüğü, hataların azîmidir. Böyle kimselerin bedenleri mikrop yuvası haline gelir, nefret ve tiksinti lâşeleri durumuna düşerler.İslâm hukukunda livatanın cezası, bazı yerde idamdır, bazı yerde zina cezası gibidir. Bazı durumlarda da hâkimin takdir edeceği tazir cezası verilir. Tazir cezası, dâvâyı gören hâkimin takdirine göre çoğalır, azalır. Pisliğin mahiyetine göre cezanın derecesi de farklılık arzeder.Hayvanla ilişki de kesinlikle haramdır.İmamların ittifakıyla böyle bir sapığa verilecek ceza, yine hâkimin takdirine göre azalıp çoğalan tazir cezasıdır. İmam-ı Şafiî Hazretleri bunun günahlığının şiddetine bakarak zina gibi ceza görmesi gerektiğini de ifade etmiştir.Sapığın musallat olduğu hayvan eti yenen cinstense, etine bir haramlık gelmez. Ancak ibret olsun için hayvan kesilip mütecavizin tarlasına, yahut bir mer’aya gömülürse hikmetine uygun olur.Şurası bir gerçektir ki, azgın nefsine uyup da böyle büyük günah ve hatalara mâruz kalan kimseler için herşey bitmiş, tevbe kapısı kapanmış değildir. Yapacakları samimi tevbe, istiğfar, dökecekleri sürekli gözyaşı, duyacakları derin pişmanlık Allah’ın afvına vesile olabilir. Yeter ki, tevbelerinde samimi olsunlar, hatalarını tekrar etmeme azminde ihlâslı ve imanlı bulunsunlar. Allah şirkten başka bütün günahları afveder. Şayet afve lâyık olacak kadar samimi pişmanlık duyarlarsa.

http://tesetturgiyim.atspace.org/konu87.htm
Göz Zinası
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "(Ey Resûlüm), Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan beri alsınlar ve ırzlarını zinadan korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boğaz, gerdan, baş, kol, bacak ve kol gibi yerlerini) göstermesinler. Ancak bunlardan görülmesi zaruri olan (yüz, el ve ayaklar) müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar..." (Nur Suresi : 30)
Yukarıdaki ayetler erkek olsun kadın olsun bütün müslümanlara zinanın haram kılındığını bildirmektedir. Ayrıca, yine hem erkek hem kadınlara, kendilerini zinaya götürecek davranışlardan sakınmaları emredilmektedir. Yine bu ayetlerden insanı zinaya sürükleyen en önmeli şeyin şehvetle namahreme bakmak olduğu öğrenilmektedir. Bu nedenle Allah Teâla, erkek kadın bütün müminlere gözlerini haramdan sakınmalarını, yani namahreme bakmamalarını emir ve tavsiye buyurmuştur.
Bakış zinanın başlangıcıdır. Bunun için gözü korumak mühimdir, "Bakıştan ne olur" diyerek bu konuda aldırmazlık gösterenler sonunda büyük felaketlerle karşılaşırlar. Kasdi olmayan ilk bakıştan, kişi sorumlu tutulmamıştır. Fakat tekrar tekrar bakmak yasaklanmıştır.
Bu konuda Hz.Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Birinci bakış, sana ama ikincisi aleyhinedir."
Yabancı erkek ve kadınların birbirine göz kırpmaları, kadının gözlerini süzmesi, gözlerin zinasıdır.
Şurası unutulmamalıdır ki; şehvetle bakışın "zina" olarak ifadesi hakiki manada cinsi temasla meydana gelen zina olmayıp, belki zinaya götüren en önemli sebeplerden biri olduğunun anlatılması sebebine bağlıdır. Bunun için "göz ve dil zinası" olarak bildirilen durumların "hakiki zina" ile bir tutulması mümkün değildir.
Bir göz ki, anın olmaya ibret nazarında Ol sahibinin düşmanıdır baş üzerinde
Kaynak: 1) Şamil İslam Ansiklopedisi 2) İslamda Kadın ve Aile, Mehmet Emre



http://tesetturgiyim.atspace.org/konu88.htm
YASAK MEYVE
Cenab-ı Hak Âdem'e cennette büyük bir hürriyet vermekle beraber, ona yine bir sınır tayin etmiş ve ona yaklaştıkları takdirde zalimler zümresine gireceklerini de bildirmiştir. Bu, şunu ortaya çıkarır ki, insanlıkla ilgili hilafet mutlak değildir. Ve bunun özel bir sınırı vardır ki, tecavüzü zulümdür. O sınırı tayin eden ağaçne idi? Doğrusu bunu Allah Teâlâ Kur'ân'da bize ismiyle bildirmemiştir ve ancak bunun cennette belli ağaç olduğunu, Âdem'in kurtuluş ve saadetinin bozulmasına sebep olmak özelliği bulunduğunu anlatmıştır. Demek, fazlasını bilmemizde Allah katında bir fayda yoktur. Ve şimdilik mümkün değildir ve kritikçi tefsircilerin seçeneği budur. Bununla beraber;
Buğday veya üzüm veya incir olduğu hakkında bazı rivayetler de vardır.
Tevrat ehli, buğday demişler.
Vehb b. Yemâmî': "Fakat öyle bir cennet buğdayı ki, tanesi sığır yüreği gibi, kaymaktan lezzetli, baldan tatlı"
İbnü Abbas : "Dünyada evladına rızık kılınan başaktır." tabiri dahi naklediliyor.
İbnü Mesut'dan asma, üzüm ağacı
Bazılarından incir tabiri vârid olmuştur.
Bu meyanda şu tabir de vardır: "Bu öyle bir ağaçtır ki, melekler ölümsüzlüğe ermek için bununla kaşınırlar."
Bunların bir temsilî mânâyı ifade ettikleri de açıktır.
Hıristiyanlardan rivayet edilen telakkiye göre, bunun kadınla erkek arasındaki cinsî yaklaşmadan kinaye olduğudur. Hıristiyanlıktaki ruhbaniyet (yani evlenmemek), evlenmemeyi ibadet ve sevap itikat etmek önermesinin bu telakkî ile ilgili bulunduğu da sanılır. Fakat Kur'ân'ın metni buna müsait (uygun) görünmüyor. O zaman mânâsız kalır. "birbirinize yaklaşmayınız" demek, hem yeterli ve hem açık olurdu. Bu şekilde Âdem'in ilk evlenmesi gayr-i meşru (dine uymayan) olması gerekiyor.
Şüphesiz bizce daha uygun olan bu konuda durmakdır. Biz o ağacı tayin edemeyiz. Ancak şu kadar düşünebiliriz ki, ondan yemek, vekilliği unutmak ve asalet davasına kalkışmak duygusunu verir. Bu da insanın aslî yaratılışından değil, şeytanın telkininden başlar. Bu buğday ise, delice buğdaydır. Bir üzüm ise, şarap üzümüdür. Bir incir ise, kurtlu incirdir. Ve her halde bir hamri (sarhoş ediciliği) vardır. Ve o hamr aklı alır ve Allah'ı unutturur. Cennete bu, yenilmek için değil, sınırlama ve kulluk için konulmuştur. Bununla beraber biz: "Dünya sevgisi, her hatanın başıdır" hadis-i şerifinde bu yasak ağacı tayin eden bir delalet buluyoruz. Demek Âdem o zaman dünya sınırına yaklaşmamak emri almış ve Âdem bundan, yaratılışının gereği olarak yememiştir.

Kadın ve tesettür

http://mitglied.lycos.de/islamdakadin/tesettur/kadindatesettur.html

Kadın ve tesettür
Kadın ve tesettür
Mustafa İslamoğlu 11 Eylül 2000- Akit Ne zaman Fethi Paşa Korusu’na gitsem, başörtülü genç kızlar, yanlarındaki yeni yetme oğlanlarla laubali biçimde fingirdeşiyorlar. Bakıyorum, karşımdan bir bayan geliyor. O da ne? Başını örtmüş, gerisi açıkta. Gülmek geliyor içimden, fakat üzüntü ağır basıyor. Şu başörtüsü işi böylesine sulandırılmamalıydı. Bir şey maksadından soyutlanarak algılanırsa olacağı budur. Bunda en büyük suç, tesettürü kadının kişiliğini öne çıkaran bir onur değil de erkeği kadından koruyan bir emir olarak algılayan geleneğimizin ve geleneksel kafalarındır. Önce mütearifeler: 1. Din insan içindir. 2. Dolayısıyla, tüm dini emir ve yasaklar Allah’ın değil, insanın çıkarı içindir. 3. İşte bu yüzden, tüm dini emir ve yasaklar uygulanırken, onu uygulayan insanın bundan elde ettiği çıkarı iyi bilmesi gerekir. Bu çıkarı bilerek emre uymak, insanı “tatmin eder” ve imanı “sorumluluk bilincine” dönüştürür. 4. Bunun için de ilahi mesajı ve buyrukları maksadını gözeterek okumak şarttır. Çünkü Allah amaçsız düzenleme yapmaz, hikmetsiz iş buyurmaz. Peki tesettür emrinin maksadı nedir? Bu sorunun cevabını verebilmek için tesettürü emreden ayet olan Ahzab 59. ayetin devamındaki “onların tanınmaları için en uygun olun budur” ibaresi üzerinde yoğunlaşmak şart. Burada altı çizilen kadın kimliğinin hicab yönü ilk saldırıya uğrayan noktadır. Aslında “hicab” sorunun anahtar kavramı. Hicabı “baş örtüsüne” indirgemek yanlış bir kere. Bizde böyle bir şey var. Hatta hicabı baş değil beden örtüsüne indirgemek. Kur’an’ın yaklaşımına kıyasla yanlış bir anlamadır. Çünkü Kur’an takva örtüsünü ön plana çıkarıyor. “Takva elbisesi, işte budur en önemlisi!” (7.26) Yani, bedenin tesettürü takva örtüsünden, yüreğin ve zihnin tesettüründen ayrı değerlendirilmemelidir. Hicab; kimlik ve kişiliği öne çıkarmak için Öncelikle, Kur’an’ın böyle bir bütüncül bakış açısı olduğunu görmekteyiz. Bedenin tesettürünü, zihnin ve kalbin tesettüründen ayrı düşündüğümüz zaman Kur’an’ın bütüncül bakış açısını parçalamış oluruz. Ahzab 59’da geçen ‘li yu’rafne’ (tanınmaları için), bu tek kelime, Arap dilinde, kendi içinde tamamlanmış bir cümledir. Bu tanınmaları için bir gerekçedir. Yani ‘Bu emri niçin verdin Ya Rabbi?’ diyene bir cevaptır. Cevapta iki gerekçe var, iffetli olarak kalmaları ve tanınmaları için. Ama asıl vurgu yapılması gereken kavram, bu ‘tanınmak’ kavramıdır, “li yu’rafne.” Bu kavramın kök kelimesi ‘arafe’dir. ‘Arafe’ anlam alanı ile düşündüğümüzde “maruf, arif, tarif, marifet” kavramları karşımıza çıkar. Bu hem bir bilince tekabül eder, hem de bir kimliğe tekabül eder. Dolayısıyla buradaki tanınmak sıradan bir “görünce ayrımsamak, fark etmek” değildir. Buradaki tanınmak, çok daha derin ve kendi bağlamı içerisinde sıradan basit bir ayrımsama, ayırdetmeden öte bir kimlik, bir kişilik, bir bilinç, bir şahsiyet vurgusudur. Dolayısıyla bu ayet ve tesettürle ilgili diğer ayetlerdeki örtünme emrinin temelini kadının kişiliğini şeffaflaştırmak için bedenini örtmek teşkil eder. Kadının kişiliğini şeffaflaştırmak için tanınmak anlamı sıkıştırılmış (zipli) bir ifadedir ki, zaten Kur’an’ın dili sıkıştırılmış bir dildir. İcaz buna denir, Kur’an’ın icazını çözdüğümüzde doğal ve zorunlu biçimde o sıkıştırılmış ifadenin bize daha farklı bir kelime grubu ile yansıması şarttır. Yani aradaki boşlukları doldurmamız gerekir. Onun için “li yu’rafne” ibaresini açarak anlamaya çalışırsak, bu tamamen “kişiliğini şeffaflaştırmak için bedenini örtmek” anlamına gelir. “Kişilik”le “dişilik” arasında kadın Bu, tarihte kadına yapılmış en büyük ikramdır. İnsanların önüne çıkaracak bir erdemi, bir kimliği, bir kişiliği bulunmayan bir kadın ille de farkedilmek istiyorsa, insanlara “dişiliğini” gösterecektir; kişiliği yerine dişiliğini. Yani tesettürü emreden Kur’an’ın kadına verdiği açık mesaj şudur: Dişiliğinizle kendinizi görünür kılmak yerine kişiliğinizle/şahsiyetinizle erkek egemen dünyada hak ettiğiniz saygın yeri alın. Onun için tesettür, kadının insan kimliğini teninin önüne koymak demektir. Tesettür emri, ancak bu yaklaşımla doğru anlaşılabilir. Tesettüre karşı çıkanlar, bilerek veya bilmeyerek kadını kimliksiz ve kişiliksiz yapmak isteyenler, onun teninden haksız kazanç sağlamak isteyen, onu metalaştıran, onu hep edilgen ve zevkine hitap eden bir nesne olarak görmek isteyenlerdir. Neden böyle isterler? Dikkat ederseniz, kadını kimliksiz ve kişiliksiz görmek isteyenlerin hemen hemen tamamına yakını nefsine kul olmuş erkeklerdir. Neden? Çünkü kimliksiz bir kadının bedenini, estetiğini daha çabuk istismar edebilirler, örseleyebilirler, ondan yararlanabilirler. O sebeple kadının örtüsüne yönelik her düşmanlık, farkında olunsun ya da olunmasın, aslında kadının bedenini istismara açmak isteğinden başka bir şey değildir. Sonuç: Modern kadın, dişiliği erkekler tarafından tepe tepe sömürülmek amacıyla kişiliği yok edilen kadındır. Eğer Müslüman kadın, tesettürü kişiliğin öne çıkarılması için dişiliğin örtülmesi olarak görmeyip, onu dişiliğini öne çıkarmanın bir aracı kılıyorsa, o tesettür tesettür değildir. Ona “örtülü çıplak” derler. Siz kendi değerlerinizi dalgaya alıyorsanız, sizi kim ciddiye alır?



İslamda Tesettürün TemelleriÖRTÜNME

http://mitglied.lycos.de/islamdakadin/tesettur/kadindatesettur.html

İslamda Tesettürün Temelleri
İslamda Tesettürün Temelleri
İslam'da kadının konumuyla ilgili olarak çağımızda en çok tartışılan konu, kadının örtünme meselesidir. Kur'an'da : "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ahzab: 59), "Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüzkadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." (Nur: 31) Gerek bu ve gerek benzeri ayetler ifade tarz ve üslubu gerekse Hz.Peygamber zamanında uygulamalar, kadınların örtünmesinin, tavsiye kabilinden veya örf-adete veya sosyalkültürel şartlara bağlı ahlaki çerçevede bir hüküm olmaktan öte dini ve bağlayıcı bir hüküm olduğunu göstermektedir. Çağımıza kadar bütün İslam bilginlerinin anlayışı ve asırlar boyu İslam ümmetinin uygulaması da bu yönde olmuştur. Örtünme konusunda kadınlara ağır bir sorumluluk yüklendiği ortadadır. Bu kadını koruma, yüceltme ve ona toplumda saygın bir yer kazandırma çabasının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Utanma ve örtünme, canlılar içinde sadece insana has bir özelliktir. İslam bilginlerinde ortak görüş, kadınların el, yüz ve ayak hariç örtünmeleri gerektiği üzerinde ağırlık kazanmıştır. Ancak örtünmenin renk, üslup ve şeklinin toplumların gelenek, zevk ve imkanları ile bağlantılı olacağı, bu sebeple de bölge ve devirlere göre farklılık gösterebileceği açıktır. Cahiliyet devrinde Arap kadınlarının iki adeti vardı : Başörtülerini başlarına örtüp iki omuzları arasında arkaya doğru sarkıtarak boyunlarını tamamen, göğüslerininde bir kısmını açık bırakırlardı. Süslendikten sonra evlerinden çıkıp yabancı ereklerle karışık gezip otururlardı. İslam'dan sonra, Medine'de hicab ayeti gelene kadar bu iki adet devam etti. Hz.Aişe hicab ayet-i geldikten sonra müslüman hanımların durumunu şöyle anlatır: "Vallahi ben Allah'ın kitabını tasdik, Onun indirdiğine iman açısından ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nur suresinin örtünme ayeti gelince erkekleri kendilerine varıp Allah'ın indirdiği ayetleri okumaya başladılar. Hanımların hepisi Allah'ın emrine uyarak yünden ve pamuktan yapılmış örtülerine büründüler, Resulullah'ın arkasında sabah namazı kılmaya geldiler." Hicab ve tesettür ayetleri geldikten sonra iki çeşit tesettür farz kılındı. Erginlik çağına girdiği andan itibaren her kadının bütün vücudunu örtmesi, mahremlerin dışında hiç kimseye göstermemesi Meşru bir ihtiyaç olmadıkça evlerinden dışarı çıkıp namahrem erkeklerle karışık dolaşıp oturmak Bu konuda haremlik-selamlık müessesini İslam getirmiştir. Faydalanılan Eserler: 1) İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı İslami Araştırmalar Merkezi 2) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN Ana Sayfa
İslam Kaynaklarında ÖrtünmeKadın ve tesettür

http://mitglied.lycos.de/islamdakadin/tesettur/kadindatesettur.html

İslam Kaynaklarında Örtünme
İslam Kaynaklarında Örtünme
Prof. Dr . Hayrettin KARAMAN Bu yazı Yeni Şafak gazetesinde Hayrettin Karaman'ın3-9 Nisan 2001 tarihleri arasında yayınlanan yazı dizisinden alınmıştır. BaşörtümGİRİŞ Müslümanların takvimine göre Medine'ye hicretten bu yana on dört asrı geride bıraktık. Bu uzun zaman dilimi içinde müslümanlar Kur'an'ı okudular, Sünnet ve Sîret'in (Hz. Peygamberin açıklamaları ve uygulamalarının) da yardımıyla onu anladılar, hayatlarına uyguladılar; bir hidayet, bir rehber olarak gönderilen Kur'an bu vazifesini yerine getirdi. Hicretten sonra uzunca bir süre (yedi sekiz yıl) içinde parça parça indirilen Nur sûresinde iki âyet örtünme ve iffeti koruma vazifesi ile ilgili idi, bu sûre iner inmez İslam kadınları başörtülerini, boyun ve gerdanlarını da örtecek şekilde bağladılar, ondört asır hiçbir âlim örtünme emrini farklı anlamadı; yüz, eller ve ayaklar dışında bütün vücudun, uygun giysilerle örtülmesinin farz olduğu hükmünde ittifak edildi (icmâ meydana geldi). Son birkaç asırda oryantalizm, sömürgecilik ve kültür istilası bazı müslümanların kafalarını karıştırdı, kendi değerlerinin evrensellik veya geçerliğinden şüphe etmeye başladılar, bunları başka düşünce ve kültürlerin değerleriyle değiştirmenin zorunlu olduğuna inandılar, bunu yapabilmek için yine dine dayanmak gerektiğinden usule uygun olmayan, zorlamalara ve saptırmalara dayanan ictihadlara (!) kalkıştılar. Bu yeni, zorlama ve uyarlama (kitabına uydurma) amacına yönelik ictihadların son yirmi otuz yıl içinde yöneldiği hedeflerden biri de örtünme oldu. Yeni yorumcular ondört asırlık uygulamayı, Kur'an âyetlerini, hadisleri, fıkıh âlimlerinin icmâını bir yana bırakarak önce "madem ki uygar dünya örtünmüyor güzel ve doğru olan budur, biz de böyle yapmalıyız" fikrine geldiler, sonra bu fikri zorla uygulamaya koyanların işini kolaylaştırmak için mûteber olmayan okuma ve yorumlama yollarına saptılar. Türkiye altmışlı yılların sonlarına doğru başörtüsünü üniversitelerde (önce Ankara İlahiyat'ta) yasakladı, sonra bütün fakülteler yasak kaplamına alındı derken sıra İlahiyat Fakültelerine ve İmam Hatip okullarına geldi. Buralarda okuyan ve dini uygulamalar bakımından daha hassas olan kızlarımız yasağa karşı direnmeye başlayınca bir yandan ceza uyguladılar, öğrenim haklarını ellerinden aldılar, "ya kırk katır ya kırk satır" dediler, insanları en tabiî iki hak ve taleplerinden birini diğeri için feda etmek (ya örtünmeyi, ya okumayı ve çalışmayı seçmek) durumunda bıraktılar, bir yandan da örtünmeyi dini bir gereklilik olmaktan çıkarmak için ilahiyatçılardan yetkisiz, bilgisiz, duyarsız, uyumlu olan bazı kimseleri devreye soktular. Şimdi onlar her gün yeni bir şey bulduklarını zannederek (veya iddia ederek) yirmi otuz yıl önce söylenmiş ve cevaplandırılmış "argümanlarını" tekrarlıyorlar. Biz bu yazı serisinde, sekiz on yıl önce bana, Ezher Üniversitesi'ne ve Diyanet'e, "bir dergi adına Dr. Fahri Demir tarafından" sorulmuş sorular ile bunlara tarafımdan verilmiş cevapları okuyacaksınız. Sonunda göreceksiniz ki, bugün söylenenler yeni değildir ve insaflı olanlar için ikna edici açıklamalar yapılmış, cevaplar da verilmiştir. Hollanda'da neşredilen Arayış ve İslâm Dergisi, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı'na, Mısır Müftülüğü'ne ve şahsıma 17 (onyedi) sorudan oluşan bir yazı göndermiş, bu yazıda özellikle yurtdışında bulunan müslümanların örtünme anlayış ve uygulamalarından kaynaklanan güçlükleri ve olumsuzlukları dile getirmiş, örtünme emrinin dindeki yerinin incelenmesini, eğer bu emir kesin, olmazsa olmaz kabilinden değil ise ki, yazıda bu hüküm, üstü kapalı olarak benimsenmiş gözükmektedir, bu hususun ilgililer tarafından ortaya konulmasını istemiştir. Aşağıda, maddeler halinde bu sorulara özlü cevaplar verilecek, görüşler tartışılacaktır. Yazıda, sorulara geçilmeden önce şöyle bir giriş yapılmıştır: Giriş: "İçinde yaşadığımız toplumda, "İSLAM" adı, "Şerîat Devleti" ve "Başörtüsü" gibi bazı kavramlarla özdeşleştiriliyor. Ayrıca, değişik kültür çevresinde yaşayan ve millî ve manevî değerleri korumayı hayatî bir mesele olarak kabul eden vatandaşlarımızdan önemli bir kısmı da başörtüsünü, namazdan da zekâttan da önde bir namus meselesi olarak görüyor; çocuğunun, büyüdükten sonra başörtüsünü takmayacağını, dolayısıyla temel dinî değerlerinden kopmuş olacağını düşünerek, çocuğunun okul çağından, hattâ ilkokul sıralarından itibaren başını örtmek istiyor ve onu buna zorluyor. Buna ilaveten, Hollanda'daki okullarda okuyan çocuklarımızın din dersine, burada görevli dinî öğrenim görmüş resmî din görevlilerinin ders verme istekleri, kısmen kabul ediliyor ise de, ilkokul için gerekli pedagojik formasyon ve dil (Hollandaca) eksikliği sebebiyle çoğunlukla reddediliyor. Bu konuların, kuruluşlarımız çapında müzakere edildiği bir toplantıda şöyle bir tecrübe intikal etti: Hollanda'nın Tilburg kentindeki kuruluşumuz, resmî din görevlilerinin okuldaki din derslerine girebilmesi için gereken teşebbüslerde bulunmuş. Önlerine çıkan engelleri bir aştıktan sonra, isteği kabul durumuna gelen okul yönetimi demiş ki; -Peki madem öyle istiyorsunuz, hocanız okulumuza din dersine gelsin; fakat bir şartla: Uzun görüşmeler sırasında bizim edindiğimiz intiba odur ki, çocuklarınız hocanızın din dersine gelmesini istemeyeceklerdir. Çocuklarınıza soralım. Onlar arasında bir anket yapalım. Şayet çocuklarınız, hocanızın derse girmesini isterlerse, biz de yönetim olarak bunu kabul edeceğiz, demişler. Buradaki kuruluşumuz sekreterinin naklettiğine göre, çocuklarımız arasında anket yapılmış, camideki hocalarının kendilerine din dersine gelmesini isteyip istemediklerini sormuşlar. Alınan sonuç çok ilginç. Çocuklarımız demişler ki: -Hoca bizim kılık-kıyafetimize karışmıyacaksa, -Hoca bizim başörtümüze karışmayacaksa, -Hoca bizim sporumuza karışmayacaksa, -Hoca bizim bazı haklarımızı engellemeyecekse gelmesini isteriz. Değilse gelmesin. Bir diğer husus da, bu ülkede bir çocuk başını örter de okula giderse, okul arkadaşları ona "dilenci" gözü ile bakmakta, hattâ bazan ona "dilenci" dedikleri bile olmaktadır. Bu tecrübe de, camiye Kur'an Kursu niteliğindeki öğrenim için gelen çocuklara, hocalarının başörtüsünün gereğini anlatmaları sırasında çocukların anlattıkları olaylardan elde edilmiştir. İşin diğer yönü ise, Avrupa insanınca, örf ve âdetin tesiri ile olacak ki, başörtüsünün "dinin vazgeçilmez gereği (zarûrat-ı dîniyyeden) sayılmasının sebep ve hikmeti anlaşılmamakta, dolayısıyla İslâm'ın, mânâsı anlaşılmaz, pratiği olmayan, bir din olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. Eğer başörtüsü, maslahat-ı dünya gereği olarak emredilmemiş de ahiret sevabına müteallik vazgeçilemez dinî bir emir (zarûrat-ı dîniyyeden) ise, her şeye rağmen, onu, bizzat dinimizi nasıl savunuyorsak öylece savunmak boynumuzun borcudur. Şayet Kur'ân-ı Kerîm'deki başörtüsü emri, örf ve âdet şartlarına bağlı, maslahat-ı dünya gereği bir irşad emri ise o zaman: a) Bir yandan, vatandaşlarımızı, içinde yaşadıkları değişik kültür muhitinde karşılaştıkları zorluklardan kurtarmak. b) Öbür yandan gayr-i müslimlere mübîn olan Kur'an emirlerini "anlaşılmaz" olarak göstermiş olmamak için, konuyu dergimiz vasıtasıyla herkese bildirmek istiyoruz. Eğer sonuç bu son şıktaki gibi tecelli ederse, bu ülkemizde nerede ise içinden çıkılmaz halini alan "başörtüsü" problemine de bir ışık tutmuş olur." *** Biz de soru-cevap kısmına geçmeden önce bu giriş kısmında ileri sürülen görüşler ve tesbitler konusunda bazı açıklamalar yapmayı faydalı buluyoruz: a) İslâm adının, şerîat devleti ve başörtüsü ile özdeşleştirilmesinden maksat "İslâm eşittir başörtüsü ve şerîat devletidir." demek ise, başka bir ifade ile şerîat devleti ve başörtüsü yoksa İslâm da yoktur denmek isteniyorsa, bu anlayış isabetli değildir. Sünnî anlayışa, ehl-i sünnet müslümanlığına göre, gerek başörtüsü ve gerekse şerîat devleti "amel"e dahildir; bunlar dinin iman kısmı değil de amel, uygulama kısmı içinde yer alırlar. Amel imandan cüz olmadığına göre, "Başını örtmeyen kimse, şerîat devletini gerçekleştirmeyen toplum mü'min değildir, müslüman değildir." denemez. Nitekim namaz kılmayan, oruç tutmayan, farz olduğu halde zekât vermeyen, hacca gitmeyen, haram olduğu halde faiz yiyen, alkollü içki kullanan kimselere de, eğer imanları varsa, bütün bunların dinî hükümlerine inanıyor, farzı farz, haramı haram olarak biliyor ve kabul ediyorlarsa kâfir denemez. Bunların vasfı "fâsık mü'min"dir; yani bunlar imanı olan, fakat ameli olmayan, amel bakımından kusurlu ve günahkâr sayılan müslümanlardır. Ancak yukarıda sayılan hususların imanın bir parçası, vazgeçilmez bir unsuru olmaması, önemsiz olduklarını ifade etmez. Amel bir yandan imanın güçlenmesini ve korunmasını sağlamakta, diğer yandan, iman edenlerin en yüce emelleri olan Allah rızasını kazanmaya vesile teşkil etmektedir. Bu iki yönüyle amel, İslâmda vazgeçilmez bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bunları korumak, bir bakıma İslâmı korumak, dinin hayatiyetini sağlamak mânâsına gelmektedir. Çünkü uzun süre amelsiz olarak gayr-i müslim bir çevrede yaşamak, önce imanın zayıflamasına, sonra da sönüp gitmesine sebep olabilmektedir. b) Bir kısım vatandaşımızın başörtüsünü,y namazdan ve zekâttan önde bir namus meselesi olarak görmesi tartışılabilir; ancak ilk nazarda yanlış görülmez. Kişinin iman ve kimliğinin korunmasında bazen kılık, kıyafet, namaz ve zekâttan önemli olabilir. Bu, "Namaz kılmayalım, zekât vermeyelim, yalnızca başımızı örtelim." demek değildir. "Onları da yapalım, ancak öncelikle başımızı örtelim." demektir. Öncelik değerlendirmesi de içinde yaşanan şartların zorlanmasıyle oluşabilir. Başörtüsü ile namusun ilgisine gelince; şüphesiz başını örtmeyen kadınlarımıza namussuz demek mümkün ve caiz değildir; ayrıca her başını örten kadına da namuslu demek isabetli olmayabilir. Cinsî hayatta namusu, "meşrû olmayan cinsî tatminden kalben ve bedenen uzak kalmak" mânâsında alırsak bunun, başörtüsü ile "birbirinden ayrılmaz" bir ilişkisi yoktur. Başını örten ve örtmeyen kadınlar arasında namuslu ve iffetli olanlar bulunduğu gibi, namus ve iffetten yoksun olanlar da bulunabilir. Ancak meseleye İslâm ahlâkı ve ahkâmı açısından bakarsak, hüküm bir ölçüde değişmektedir. İslâm, ileride isbat edileceği üzere, kadın ve erkeğin vücudunda bazı yerlerin avret olduğunu, bunların yabancılara (nâmahrem olanlara) gösterilmemesi gerektiğini bildirmiş, insanların gözleri ve elleri ile de zina yapabileceklerine işaret etmiştir. (Buhârî, İstîzân, 12; Müslim, Kader, 20) Gözün zinası kadına ve erkeğe şehvetle, cinsî arzu ile bakmaktır; elin zinası da cinsî arzu ile dokunmaktır. Toplum içinde kadının ve erkeğin avret yerlerine şehvetle bakacak insanlar her zaman ve her yerde bulunabileceğine göre, bunu bilen bir müslümanın avret yerlerini açarak dışarı çıkması, İslâmî namus ve iffet kavramını zedeleyen bir davranış olmaktadır. Çocuğunun ileride örtünmesi gerektiğine inanan bir müslümanın, küçük yaşında onu örtünmeye alıştırması, örtünme eğitimi vermesi de yadırganacak bir husus değildir. Burada yanlış olan zorlamadır. Henüz örtünme ve ibadet ile yükümlü olmamış çocukları, ibadet ve örtünmeye zorlamak, eğitim kaidelerine aykırıdır ve caiz değildir. İleride çocukların, örtünme ve ibadetten nefret etmelerine sebep olabileceği için bu davranıştan mutlaka uzak durulmalı, zorlama yerine teşvik ve sevdirme çarelerine başvurulmalıdır. c) Hollanda'da anılan okulda yapılan anket sonucu çocukların, cami hocasını ancak "kılık kıyafetlerine ve sporlarına karışmaması" şartıyla din derslerine kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu sonuca bakarak hemen başörtüsünü suçlamak, bu gelişmeye başörtüsünün sebep olduğunu îmâ etmek uygun olmasa gerektir. Burada bir kusur vardır; ancak bu kusur başörtüsü emrine değil, taraflardan birine aittir; ya cami hocası iyi niyetli olmasına rağmen ehliyetsizdir, öğretmenlik formasyonu eksiktir, kaş yapayım derken göz çıkarmıştır, çocukların nefretini kazanmıştır; yahut da çocuklar İslâmî eğitim açısından uygun olmayan bir çevrede olumsuz yönde şartlandırılmışlardır, peşin olarak İslâmî hayat onlara itici gelmeye başlamıştır. Ayrıca çocukların ileri sürdükleri şartlar içinde ilgi çekenleri, üzerinde durulması gerekenleri var. Hiçbir hoca çocukların normal, İslâmî âdâb ve ahkâm ile çalışmayan sporlarına karışmaz, kimsenin meşrû haklarını da engellemez. Fakat Batı'da, bazı ülkelerde ve okullarda spor dersi içinde yüzme de vardır. Okullardaki veya okul dışında bulunan spor salonlarındaki yüzme havuzlarına çocuklar ve gençler, kızlı erkekli mayolar giyerek girmekte, yarı çıplak bir vaziyette yüzmektedirler. Bunu hangi müslüman caiz görür ki cami imamı, yahut din bilgisi öğretmeni caiz görsün! Gençlerin mahrum edildiklerini söyledikleri hakları, kızlarla düşük kalkmak, İslâmın haram kıldığı bazı davranışlarda bulunmaksa, din bilgisi hocasının bu konuda onları uyarması, bunların günah olduğunu söylemesi hâtâ mıdır? Hakları engellemek midir? Hür ve demokrat ülkelerde kanunları, nizamları çiğneyen kimseler uyarılmıyor mu, bu davranışlarında ısrar edenler engellenmiyor mu? Bir müslümana göre ilâhî emir ve yasalar kanun kuvvetinde olduğundan, bunlara riâyet etmek, bunları korumaya çalışmak niçin hak engellemek şeklinde değerlendirilmekte ve kınanmaktadır? d) Eğer bir çevrede dilenciler başlarıın örtüyorlarsa ve bu sebeple başlarını örten çocuklara, gençlere dilenci gözü ile bakılıyorsa bunun, örtünme karşısında bir zorluk, hattâ bir engel oluşturacağı düşünülebilir. Ancak buna karşı alınacak tedbir, başörtüsünden vazgeçmek değil, başını inancı gereği örtenleri, dilenmek için örtenlerden ayıran modalar, şekiller, renkler, kıyafetler bulmaktır. Ben, batıda gördüğüm yerlerde dilenci kızların başlarını örttüklerine şahit olmadım. Bunun çok yaygın bir âdet olduğunu sanmıyorum. Bu sebeple "başörtüsü-dilencilik" ilişkisinde bir hile, bir propaganda seziyorum. Hepimiz biliyoruz ki, günümüzde, İslâmı içlerine sindirememiş çevreler, dinini yaşayan müslümana gerici, helal-haram konusunda titiz davranana mutaassıp ve bağnaz, faiz yemeyene, rüşvet kabul etmeyene ahmak, kadın-erkek ilişkilerinde İslâmın koyduğu sınırlara riayet edene hasta... diyorlar. Onlar böyle diyorlar diye müslümanların da kendilerini öyle sanmaları, yahut aşağılık duygusuna kapılmaları beklenemez; müslümanlara yakışan davranış ve tavır alış, makul, dengeli ve faydalı davranışları ile aksini isbat etmek, başkalarını kendilerine imrendirmektir. e) Avrupa insanının, başörtüsünü dinin vazgeçilmez bir gereği olarak anlamakta güçlük çekmeleri tabiîdir. Çünkü onların modern gelenekleri, âdetleri, felsefeleri ve hayat görüşleri içinde "dinî bir emir olarak "başörtüsünün" yeri yoktur. Eğer Avrupa insanına başörtüsünün dindeki yerini anlatmak gerekiyorsa işe, bir bütün olarak İslâmı anlatmakla başlamalıdır. Batı İslâmı, İslâmda kadın-erkek ilişkilerinin sınırlarını, bu sınırların dayandığı gerçekleri anlayınca başörtüsünün dindeki yerini de anlatmakta, makul karşılamakta, İslâm bütünü içinde tutarlı bulmaktadır. Meseleye bizim problemimiz açısından bakıldığında, Avrupa insanının başörtüsü emrini anlaması gerekmemektedir. Onlara göre önemli olan, bu konuda müslümanların neye inandığı, nasıl davrandıklarıdır. Laik, hür ve demokrat Avrupalı, bir insanın belli bir davranışı, inancı gereği yaptığını bilirse, bunu anlarsa ona saygı duyar, imkân ve hürriyet tanır; bu davranışın kendi inanç ve kafasına sığıp sığmadığına bakmaz. Eğer meseleye tebliğ açısından bakılıyor ve başörtüsünün bu bakımdan Avrupalı için itici, caydırıcı olduğu düşünülüyorsa, bu "itici ve caydırıcı davranışlar" listesine daha birçok vazgeçilmez dinî davranışı eklemek gerekecektir. Avrupalı muhtemelen domuz, içki, reşitlerin rızalarıyla yaptıkları zina, faiz, usulüne göre öldürülmemiş hayvan etini yeme yasaklarının da hikmetini anlamıyacak, bunların dinin vazgeçilmez talimatı olmasını kafasına sığdıramayacaktır. Onların müslüman olmalarını sağlamak için bunlardan vazgeçilemeyeceğine göre, müslümanların yapacağı, dinlerini bir bütün halinde yaşamak, İslâmın âlemlere rahmet olduğunu davranışları ile isbat etmek, gayr-i müslimlere sevgi, merhamet, anlayış ve iyilikle yaklaşmak, şahıslarında İslâmın sevilmesini sağlamaktır. Anlaşılan sayısız kural ve talîmatı ile İslâm benimsendikçe, anlaşılmaz sanılan kısımlar da anlaşılır olacaktır. f) Bize göre İslamın örtünme emri ve bu arada başı örtmek, "maslahat-ı dünya gereği bir irşat emri" değildir, örf, âdet ve fayda-zarar (maslahat) anlayışı değişti diye değiştirilemez bir dinî emirdir. Başını, kol ve bacaklarını, boyun ve gerdanını örtmeyen kadınlar müslüman olsalar dahi bu davranışları ile günah işlemiş olurlar, şüphesiz günah ve kusur sahibi müslümanlar da Allah'ın kullarıdır; Allah dilerse onların günahlarını bağışlar, dilerse cezalandırır. İslâm âliminin vazifesi insanları cennet veya cehenneme göndermek değildir; onun görevi İslâm gerçeklerini insanlara ulaştırmak, anlatmak, yani tebliğ etmektir. Biz de karınca kararınca bunu yapmaya çalışacağız. BÖLÜM: 2 SORULAR VE CEVAPLAR: Soru-1: Gazzâlî'ye ait ifadeden (el-Mustasfâ, c. I, s. 434-435) delile, emrin tavsiye için olduğunu değil vücûb için olduğunu söyleyenin muhtaç olduğu anlaşılmıyor mu? Gazzâlî'nin koyduğu bu ölçüde ilmî bir tereddüt var mı? Gazzâlî'nin koyduğu bu ölçüde mutabık isek başörtüsü emrinin vücûb ifade ettiğinin delili nedir? Cevap: Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîslerde geçen emirlerin bağlayıcı olup olmadıkları (vücûb ifade edip etmedikleri) hükmünü Gazzâlî'nin açıklama ve anlayışına dayandırmak istiyorsak "bu hüküm, açık ve kesin olarak tevakkuftur; yani emrin gereklerinden birini belirlemek için başka delil ve işaret (karîneler) aramaktır; bunları bulmadıkça da durmak, bir hükme varmamaktır." Buna göre "emrin tavsiye için olduğunu" söyleyen de buna delil bulacak, "bağlayıcı olduğunu" söyleyen de buna delil bulacaktır. Gazzâlî'nin görüşü tevakkuf olduğuna göre, bunu tek taraflı alıp "emrin bağlayıcı olduğunu söyleyenin, Gazzâlî'ye göre, delil bulması gerekir" demek yanılgıdır; bu yanılgının sebebi de peşin hükümdür; önce bir şeyi hissî veya gayr-i dinî sebeplerle benimsemek, sonra da buna akıl ve nakil yönlerinden delil aramaya kalkışmaktır. Eğer Gazzâlî taklit olunacaksa onun kitaplarına bakarak, doğrudan bu konuda (başı örtme, başörtüsü kullanma konusunda) ne dediğini araştırmak gerekmez mi? Biz Gazzâlî'nin bu konuda ümmetin icmâından ayrılmadığını, hür kadınların başlarının ve saçlarının avret olduğu görüşünde olduğunu biliyoruz ve bu sebeple de kadınların başlarını örtmeleri gerektiğini savunuyoruz. Bunu gereksiz bulanların, örtünme emrinin (bu emir bir bütündür, başı diğer yerlerden ayırmamıştır) tavsiye için olduğunu ileri sürenlerin buna delil bulmaları gerekecektir. Örtünme emrinin bağlayıcı olduğunu gösteren delilleri ise biz aşağıda diğer sorulara cevap verirken sunmuş olacağız. Soru-2: Başörtüsü emrinin (mutlak tesettür başka), vücûb için olduğunu Cumhûr nerede söylüyor? Cumhûrun bu görüşü nerede naklediliyor? 20'nci asırdan önce, herhangi bir devirde bu emrin vücûb mu nedb mi ifade ettiği tartışılmış mıdır? Kim ne demiş? Cevap: "Mutlak tesettür (örtünme)" ile başörtüsü aynı âyetlerde ve aynı üslûb içinde hükme bağlanmıştır. Örtünme emrinin kadının başını da içine alıp almadığı bütün devirlerde konuşulmuş ve hür müslüman kadının baş ve saçlarının avret olduğunda, örtülmesi gerekli bulunduğunda, örtünme emrinin bu uzuvları da içine aldığında ittifak edilmiştir. Bu hüküm, bütün fıkıh kitaplarının namaz bahsi ile helal-haram konularına ayrılan "kerâhiye, hazr ve ibâha" bahislerinde yazılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîslerde baş dahil olmak üzere avret yerlerinin örtülmesi ile ilgili emir ve talîmatın bağlayıcı (vücûb için) olduğunda ittifak edildiğini, "özellikle ittifaklı meseleleri toplayan" icmâ kitaplarında da görmek mümkündür. Burada birkaç icmâ kitabından nakiller yapmakta fayda görüyoruz: "Ergenlik çağına gelmiş hür ve müslüman bir kadının namaz kılarken başını örtmesi gerektiğinde va başı tamamen açık olarak namazını kılmış olması halinde namazı iade etmesinin gerekli bulunduğunda müctehidler ittifak etmişlerdir." (İbnu'l-Munzir, el-İcmâ', s. 41) Bu ifadede "namaz kılarken" kaydı vardır, bu kayıt bizi yanılgıya düşürmemelidir; çünkü meselemiz, kadının avret yerlerinin tesbitidir, namazda örtülen yerler avret yerleridir ve yukarıdaki ifade başın avret olduğunu açıklar ve kesin olarak ortaya koymaktadır. (Ayrıca bak. Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, c. III, s. 316) "Kadının eli ve yüzü müstesna olmak üzere bedeni ve saçının avret (kapatılması gerekli uzuv) olduğunda fıkıh âlimleri ittifak etmişlerdir. Kadının yüzü, elleri, hattâ tırnaklarının avret olup olmadığı konusunda ise görüş farkları (ihtilâf) vardır." (İbn Hazm, Merâtibu'l-icmâ, s. 29) "İlim sahipleri, namaz kılarken kadının başını örtmesi gerektiği, başı tamamen açık olarak kıldığı namazı yeniden kılması icabettiği hususunda ittifak etmişlerdir. " (İbn Kudâme, el-Muğnî, c. I, s. 633) "Alimler, avret yerlerinin mutlak olarak (namaz dışında ve içinde) örtülmesinin farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak bu örtünmenin namazın sıhhat şartı olup olmadığı konusu ile avret yerlerinin sınırlandırılması konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir... Kadının el ve yüzü hariç bütün vücudunun avret olduğu ulemâ çoğunluğunun görüşüdür. (Geriye kalan müctehidlerden) Ebû Hanîfe'ye göre ayakları da avret değildir, Ebû Bekr b. Abdurrahman ve Ahmed b. Hanbel'e göre kadının bütün vücudu avrettir." (İbn Rüşd, Bidâye, c. I, s. 98-90) Bu nakillerde, kadının saçları avret değildir diyen bir âlimin bulunmadığı, başka bir deyişle kadının başının örtülmesi gerektiğinde ittifak ve icmâ bulunduğu açıkça görülmektedir. Bu icmâ ve ittifakın dayanağı âyet olsun, hadîs olsun fark etmemektedir; icmâ bu nasların delâlet ve hükmüne kesinlik kazandırmaktadır. Hicrî üçüncü asrın ikinci yarısında yaşayan Taberî (v. 33210/992), dördüncü asırda yaşayan Ebû Bekri'r-Râzî el-Cessâs (v. 370/980), beşinci asırda yaşayan Şâfiî mezhebinden el-Keyâ el-Herrâsî (v. 504/1110), çağdaşı, Mâlikî mezhebinden İbnu'l-Arabî (v. 543/1148) gibi birinci veya ikinci dereceden müctehid veya mezhebe bağlı âlimlerin, ahkâm âyetleri ile ilgili tefsirleri elimizdedir. Bu tefsirlerde örtünme ile ilgili âyetlerin mânâ ve hükümleri incelenmiş, üzerinde birleşilen noktalar ile ihtilâf edilen hususlar açıkça kaydedilmiştir. Bunlara dayanarak, konunun ne zamandan beri tartışıldığını ve kimin ne dediğini tesbit etmek kolaylıkla mümkün bulunmaktadır. Bizim tesbitlerimize göre sahâbe müfessirlerinden günümüze kadar her asırda yapılan ve kısmen yazılan tefsirlerde "hür, müslüman kadınların, el, yüz ve ayakları hariç, bütün vücutlarının avret olduğu, örtülmesi gerektiği konusunda sözbirliği ve görüş beraberliği vardır. Nûr ve Ahzâb sûrelerinde yer alan âyetleri ile bunları açıklayan hadîslerin, "yüz, el ve ayaklar" dışında kalan yerlerin örtülmesi gerektiğini kesin ve bağlayıcı olarak ifade ettiğinde birleşilmiştir. Hiçbir fakîh "Başın veya örtülmesi gereken diğer yerlerin, dünya hayatında faydası bulunduğu için ve âdete dayalı olarak örtülmesi tavsiye edilmiştir, fayda ve âdet değişirse örtülmeyebilir." şeklinde bir görüş ileri sürmemiş, müctehidler bu konudaki talîmatın devamlı ve bağlayıcı olduğunda birleşmişlerdir. Örnek olarak bak. (Taberî, Câmi'u'l-beyân, c. XVIII, s. 82 vd; Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, c. III, s. 314 vd.) Kadının saçı ve başı dahil olmak üzere örtünmesinin gerekli ve bu konudaki emir ve talîmatın bağlayıcı olduğunu müfessir ve fıkıhçılar nereden çıkarmışlardır? Bir kere "Emir vücûb içindir, bağlayıcıdır; aksine bir işaret bulunmadıkça böyle yorumlanır." diyen usulücülere göre ortada bir problem yoktur; Allah ve Rasûlü kadın ve erkeğin belli yerlerinin örtülmesini emretmiş ve istemişlerdir; baş ve saç da örtülmesi gereken yerler içindedir, bu emirler de bağlayıcı olduğuna göre örtünmek (başörtüsü, türban... kullanmak) gereklidir, farzdır, dinin vazgeçilmez bir isteğidir. İmam Gazzâlî gibi "Emrin bağlayıcı olup olmadığı belli değildir, bunun için ayrıca bir delil, karîne ve işarete ihtiyaç vardır, meselâ oruç emri bağlayıcıdır; çünkü seferde ve hastalık yüzünden tutamayanların nasıl tutacakları anlatılmış, böylece bağlayıcı olduğuna işaret edilmiştir..." diyenlere göre de bu konuda bir kapalılık ve problem yoktur. Çünkü Allah Teâlâ örtünme ile ilgili âyetlerde şöyle bir seyir takip etmiş ve arka arkaya açüıklamalar getirmiştir: a) Erkeklerin gözlerini haramdan korumalarını, iffetlerine sahip olmalarını istemiş, ancak bu davranışın onları ruhen temiz kılacağını bildirmiştir. b) Kadınların da gözlerini haramdan (cinsî arzuyu uyandıracak yerlere bakmaktan) sakınmalarını, iffetlerini korumalarını emretmiş, hemen bunun arkasından zarûrî olarak açıkta kalanlar (eller, ayaklar ve yüz) müstesnâ bütün vücudu kapatmalarını, güzel ve çekici yerlerini (zînet) nâmahreme açıp göstermemelerini istemiştir. c) Başörtülerini boyun ve göğüslerini örtecek şekilde bağlamalarını emretmiştir. d) Örtülecek ve açıkta bırakılacak yerleri sınırladığı gibi vücudunu kimlere karşı örteceğini ve kimlere karşı açabileceğini ayrıntılı olarak açıklamıştır. e) Son âyetin sonunu "Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!" şeklinde getirmiştir; bu ifade, gerek daha önceki davranışlar ve gerekse bu âyet geldikten sonra ona uymayan hareketlerin günah olduğuna, bunlardan kurtulmak için Allah'a tövbe edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. (Nûr: 24/29-31) f) Bu âyetler nâzil olunca müslüman kadınlar, bulundukları yerden ayrılmadan, etekliklerinin uygun yerlerini yırtarak başörtülerini bununla bağlamışlar ve bundan sonra hiç aksatmadan bu emri yerine getirmişler, Hz. Peygamber (s.a.) de bu âyetin uygulanmasını titizlikle takip etmiştir. Bütün bu karîne, delil ve işaretler, konumuz olan örtünme emrinin bağlayıcı olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Bu emir âdete de bağlı değildir; çünkü o zaman cârî olan âdeti olduğu gibi bırakmak için değil, değiştirmek ve ıslâh etmek için gelmiştir, başörtülerini omuzlarından arkaya atarak boyun ve göğüslerini açıkta bırakan cahiliye kadınlarına yeni bir örtünme şekli öğretmiş, İslâmî örtüyü tarif etmiştir. BÖLÜM: 3 Soru-3: Bir âyette aynı sîgalarla ifade edilen her konunun hükmü, aynı mertebede mi kabul edilmek icab eder? Böyle bir prensip hangi usul ve kavaidde mevcuttur? Soru-4: Usul ve kavâidde olması şart değil, âlim olmak da şart değil, akıl var yakın var diyecek isek, o takdirde, Bakara, 177. âyetinde, birr-ü takva'ya ermenin şartları olarak iman, ibadet ve infak konuları aynı sîgalarla yan yana zikredilmektedir. Bu durumda iman konularının hükmü ile ibadet konularının hükmü; iman ve ibadet konularının hükmü ile infak konularının hükmü aynı mertebede mi kabul edilecektir? Meselâ zekât'ın dinî hükmü ile akraba, yetim ve yoksula infakın dini hükmü aynı mertebede mi kabul edilecektir? Cevap: Bir âyette, aynı şekil ve üslûb içinde arka arkaya sıralanmış emir ve talimatın aynı hükümde olması şart değildir. Bakara sûresinin 177. âyetinde olduğu gibi iman, ibadet, infak arka arkaya sıralanınca, ibadet ve infakın da iman derecesinde önemli ve gerekli olduğu mânâsı çıkarılmaz. Ancak bu hususların bizim konumuzla alâkası yoktur. Örtünme ile ilgili âyetlerde namus ve iffetin korunması ile belli yerlerin örtülmesi arka arkaya zikredilmiştir. Fukahâ örtünme gereklidir derken bu hükmü, âyetlerin sıralanışından çıkarmamışlar, hüküm çıkarmanın açık ve kesin kaidelerinden faydalanmışlardır. Buna göre zina etmek de haramdır, çıplak yerlere şehvetli (hattâ bazı yerlere şehvetsiz) bakmak da haramdır. Şimdi zinanın haramlığı ile avret yerlerini açmanın ve buralara bakmanın haramlığı aynı derecede olmayabilir; fakat aynı derecede olmamak, birinin çiğnenebileceğini, buna uyulmasa da olabileceğini ifade etmez, bağlayıcı olma, riayet gerekli bulunma, çiğnenmesi caiz olmama bakımından haramlar arasında fark yoktur. Soru-5: Endonezya ve Malezya çok eski birer İslâm ülkesidir. Bu ülkeler, müslümanları tesettür emrini Hicaz veya Anadolu müslümanları ile aynı şekilde mi algılamış ve tatbik etmiştir? Uygulamanın farklı olduğu, Endonezyalı müslümanın, değil sadece başını açmak, göğsü açık dolaştığı tarihen bilindğine göre, tesettür emrini tatbik etmekte örf ve âdete bağlı maslahat-ı dünya mülahazasının rolü olmak icab etmez mi? Soru-6: Daha dün, 60'lı yıllara kadar şehirlerimizde erkeklerin bile başları açık gezmeleri, dinî tepki ile karşılanmaktaydı. Hâlâ bugün bile dünyanın pek çok yerinde hattâ Anadolu'nun bazı yörelerinde tepki ile karşılanmaktadır. bu tepkiyi, dinî kaynaklı değil de örfî kaynaklı kabul etmek mecburiyetinde olduğumuza göre, kadınların başlarını örtmelerindeki uygulamayı da bu açıdan değerlendirmek icab etmez mi? Cevap: Endonezya veya Malezya müslüman kadınlarının baş ve göğüslerinin açık bulunmasını, bunun caiz olduğuna delil sayabilmek için, Allah Rasûlü'nün (s.a.) bunları görmesi ve sesini çıkarmaması, yahut oralarda yaşayan âlimlerin, baş ve göğüsleri açmanın caiz olduğuna dair, delile dayalı fetvâ vermiş olmaları gerekir. Bunlar bulunmadığına göre, şurada veya burada İslâmın yasaklarını çiğneyen erkek ve kadınların bu davranışlarını delil kılmaya, bunları Kitap ve Sünnete göre değerlendirmek gerekirken, Kitap ve Sünneti bunlara göre yoruma tabi tutmaya kimsenin hakkı ve salahiyeti yoktur. Erkeklerin başlarını örtmeleri gerektiğine dair hiçbir dinî talimat yoktur. Bu sebeple İslâm ulemâsı, baştan beri bunun caiz olduğunu söyleyegelmişlerdir. Mübah olan bir sâhada örf ve âdete, benimsenen âdâba uyulması tabiîdir. Bu sebepledir ki fukahâ, erkeklerin başlarını açmalarının saygısızlık olarak kabul edildiği bölgelerde, namaz kılarken başın örtülmesi gerektiğini, böyle bir telakkinin bulunmadığı bölgelerde, namazın açık baş ile kılınabileceğini ifade etmişlerdir. Kadınlara gelince, yukarıda sıralanan delillere dayanılarak baştan beri kadının başını örtmesinin bağlayıcı bir dinî emir olduğuna hükmedilmiş ve bu hüküm uygulanmıştır. Bu bir inkılâb hükmüdür, örfü, âdeti devam ettirmeye değil, değiştirmeye yöneliktir, değişebileceğine dair hiçbir delil ve görüş mevcut değildir. Ana Sayfa
Gelinlik giymek caiz midir?İslamda Tesettürün Temelleri

http://mitglied.lycos.de/islamdakadin/tesettur/kadindatesettur.html

Gelinlik giymek caiz midir?

Nikah merasiminde gelinlik giyilebilir mi? Gelinlik Tesettüre aykırı düşer mi? Tesettüre uygun gelinliği yabancı erkeklerin giymewsinde bir mahzur var mıdır? Herkesin bildiği gibi gelinlik; manto, elbise gibi içeride ve dışarıda giyilen alışılmış kıyafetlerden değildir. Belli ibr zamanda giyilmek üzere özel olarak hazırlanmış bir kıyafettir. Maksat gelini daha cazip hale getirmektir. Gelinin vücut hatlarını örtmeyecek kadar şeffaf, başı, kolları ve diğer yerlerini kapatmayacak ölçüde dikilmiş gelinliklerin tesettüre uymak isteyen hanımlarca giyilmeyeceği ve tesettür yerine geçmeyeceği açıktır. Kadın ve erkeklerin karışık olarak bulundukları nikah salonlarında ve düğün merasimlerinde bu tarz gelinliklerin dinen giyilmeyeceği bellidir. Ancak böyle gelinliklerin sırf hanımlar arasıonda yapılan merasimlerde, erkelerin bulunmaması şartıyla giyilmesi caiz olabilir. Buna rağmen bu meselede hassas olan kimselerin böylesine tesettür ölçüsünden uzak gelinlikleri giymedikleri şüphesizdir. Tesettüre dikkat eden mümin hanımların bu davranış ve titizlikleri tesettüre uygun gelinliklerin üretimini sağladı.Bugün artık bütünüyle tesettürü temin eden ve giyildiğinde hiçbir yeri açık olmayan gelinlikler bulunmakta ve tabik edilmektedir. Gelinlik giymekte arzulu olanlar ancak böylesine tesettüt,rü yerine getiren gelinlikler giymek şartıyla merasimlerde ve törenlerde bulunurlar...
Aileye Özel Fetvalar, Mehmed Paksu