6 Aralık 2007 Perşembe

HADİSTE; TESETTÜRLÜ OLDUKLARI HALDE CEHENNEME GİDEN VE BAŞLARI DEVE HÖRGÜCÜNE BENZETİLEN KADINLAR KİMLER OLABİLİR?(6) - ADALET VE RAHMET - Blogcu


ADALET VE RAHMET

3/10/2007 - HADİSTE; TESETTÜRLÜ OLDUKLARI HALDE CEHENNEME GİDEN VE BAŞLARI DEVE HÖRGÜCÜNE BENZETİLEN KADINLAR KİMLER OLABİLİR?(6)

Kategori: Yazilarim

Daha önceki makalemizde sözünü ettiğimiz hadisin basit mealini ve sonra, bu hadis hakkında bilginlerin söylediklerini otaya koyalım, biraz da kavram analizi yapıp sentezleyelim, ortaya çıkan fotoğrafa göre bir değerlendirme yaparız. Öyle ya, tesettüre büründükleri halde cennete gidemeyen, aksine cehenneme giden bu kadın taifesinin durumu gerçekten çok elim ve vahimdir. Biz objektif olarak hadisi verelim, kadınlar arkadaşlarına sorsunlar, biz bu tanımlanan taifeye benziyormuyuz diye. Arkadaşları da yandan onlara baskınlarda, onlara görünümleri hakkında karar versinler. Veya yandan baş ve boyunlarının görümünün resmi çektirerek kendileri baksınlar. Kabahat kürk olsa kimse üzerine almaz. Ama gerçek Müslüman söylenen ve tanımlanan her kötü şeyi kendisine yorar, tanımlanan iyi şeyleri de başkasına yorandır. Kibirliler asla böyle yapmaz bunun tersini yaparlar. Kötü tanımları hep başkasına, iyi tanımları kendilerine yorarlar. Mümine kardeşlerimiz bundan kurtulup hakiki iman sahipleri gibi burada tanımlananları kedilerine yormakta dini bir ilkeyi yerine getirmiş olurlar. Biz şimdi bu hadisi ve onun yorumunu yapanların özet görüşlerini verelim ve kendi görüşümüzü açıklayarak tefekkür edeceklere sunduk. İkiyüzlü kesim kadınların hissilik zaafını öyle tahrik edip türbanı tutku haline getirdiler ki, tâğutu hakem yapanlar hiçbir ümmette rast gelinmeyen iki büyük şeriat ihlali yaptığı halde türbanlı kesim bunlara karşı hiçbir tepki göstermediler. Bunlardan birisi adam öldürmede ilk sırada zikrediler şey öldürenin öldürülmesiyken, bunun dışındaki iki alternatifin ise, maktulün yakınlarının rızası şartına bağlı olmasına rağmen, adam öldürmeye kısas hakkı getiren şeriat hükmü ikiyüzlüler tarafından kaldırıldığı halde bu kadınlar seslerini çıkartmamışlardır. Yine bütün sema'ı dinlerde zina suç sayılıp azından çoğundan cezalar şeriat olarak düzenlendiği halde, tarihte kimsenin cesaret edemediği zinayı suç olmaktan çıkarma büyük günahına ve şeriat ihlali yapmalarına rağmen bu kesime türbanlı kadınlar hiç itiraz etmemişlerdir. Şimdi böylelerine Allah niçin merhamet etsin? Nimete küfran içinde bulunan kapitalist(Nimete nankör) bir taifeye maddi çıkarları için müsamaha edenlerin cennete gitmeleri şüpheli olduğu için bu hadiste tanımlananların günümüz türbanı tutku haline getirip hislerini şeraitin önüne geçirenler olduğu yolundaki sanımı hüküm haline getirmiştir. Yine başörtüsü tevazu ve vera gereği olmasına rağmen, ipek ve kıymetli(Pahalı) dokumalardan ve çekici renklerden seçilmesi kibri bırakmadıklarının göstergesidir. Nimete nankörlükleri de yukarda anlatılmıştı. Zenginlik, lüks ve ihtişama düşkün olmaları başörtülerini adeta bunu tamamlayan aksesuar gibi kullandıklarına bakarak yargılamak mümkündür.

Şimdi Kütüb-i Sitte eserinden bu hadisi verelim.

35. (5969)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ömrün biraz uzarsa ellerinde sığır kuyruğu gibi birşeyler taşıyan birtakım insanları çok geçmeden göreceksin. Onlar Allah'ın gadabına uğrayarak sabaha ererler, Allah'ın nefretine uğrayarak akşama ererler."

Resulullah bir başka rivayette de: "Ateş ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim: Yanlarında sığır kuyruğu gibi birşeyler taşıyıp onu insanlara vuran insanlar; giyinmiş çıplak kadınlar ki bunlar Allah'a taatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar, başkalarını da baştan çıkarırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu kadınlar cennete girmek şöyle dursun, kokusunu dahi almazlar. Halbuki onun kokusu şu şu kadar uzak mesafeden duyulur" buyurdular." [Müslim, Cennet 53, (2857), 52, (2128).]

AÇIKLAMA:

1- Teysir iki ayrı rivayeti birleştirerek tek bir rivayet gibi sunmuştur. Biz iki paragraf şeklinde ayırdık. Her iki hadisi de Ebu Hureyre rivayet etmiş olmakla birlikte Müslim, bunları kitabına ayrı ayrı almıştır. Hatta, ikinci paragrafta yer alan rivayet Kitabu'l-Cennet'te daha önce yani 52 numarada kaydediliyor, birinci paragraftaki hadis ise daha sonra yani 53 numarada kaydediliyor. Dahası, bu hadis, Müslim'in az sayıdaki mükerrerlerinden biridir, daha önce Kitabu'l-Libas'ta 2128 müteselsil numara ile 125. hadis olarak kaydedilmiştir.

2- Alimlerimiz bu hadisleri, Resulullah'ın gaybtan haber verme nevine giren mucizelerinden olarak değerlendirmişlerdir. Çünkü hadislerde zikri geçen ihbarlar az bir zaman sonra vukua gelmeye başlamıştır.

Sığır kuyruğuna benzeyen şey, zabıta memurlarının kamçıları ile yorumlanmıştır. Resulullah'tan bir müddet sonra, bilhassa Emeviler devrinde halka zulmeden idareciler eksik olmamıştır. Mesele çoğu durumda "kamçılama seviyesi"nde kalmayıp idama kadar ulaşmıştır. İmam Malik, Ahmed İbnu Hanbel, İmam Âzam gibi nice büyükler bile bu zulümlerden nasiplerini almışlardır. Resulullah halka zulmeden insanların akşam ve sabah Allah'ın hışım, gadab ve nefretlerine maruz kaldıklarını belirterek onların davranışlarını tel'in ediyor.

3- Kâsiyat "giyinmiş kadınlar" demektir, âriyat da "çıplak kadınlar" demektir. Kadın, hadiste iki zıt vasıfla tavsif edilmektedir: "Giyinmiş fakat çıplak kadın." Alimler, bunu farklı yorumlara tabi tutarlar:

* Bazıları kâsiyatı, Allah'ın nimetine bürünmüş fakat şükür yönüyle çıplak yani nimetlerin şükrünü eda etmeyen kadınlar diye yorumlamıştır.

* Bir kısmı: Kadın kadınlık yönünü ortaya koymak, dikkatleri çekmek için, vücudunun bir kısmını örttüğü halde , diğer bir kısmını açar diye yorumlamıştır.

* Bir kısmı da bedenini gösteren şeffaf elbiseler giyenler kastedilmiş demiştir.

Bu açıklamaların hepsi doğrudur . İslamî tesettüre aykırı olan bütün giyimler bu hadiste ifade edilmiş durumdadır. İslamî tesettür sadece "giyinmek" aramaz, giyinmenin tarzını da ister.

* Belirlenen hududu örtecek büyüklükte olmalıdır; el, ayak ve yüz hariç bütün beden örtülmelidir.

* Vücut hatlarını gösterecek darlıkta olmamalıdır. Çok dar giyinen "giyinmiş çıplak" hükmündedir. Batı menşeli modaları takip edenler bu hallere düşmektedirler.

* Elbise bedeni göstermemelidir. Çok ince naylon ve şeffaf elbise giyenler de giyinmiş çıplak durumundadır.

* Hadislerde yasaklanan bir başka kıyafet şöhret elbisesidir. Yani dikkatleri üzerine çekmek gayesini güden kıyafetler. İslam elbiseyi örtünmek için emrettiği halde günümüzde birçok çevreler elbiseyi örtünmeden çok dikkatleri üzerine çekme vasıtası olarak kullanıyorlar. Şu halde bu nev'e giren giyimler de giyinmiş çıplak manasına dahildir.

4- Mâilat: Lügat olarak eğilen, meyleden kadın demektir. Alimler umumiyetle Allah'ın gösterdiği istikametten ayrılan, yanlış istikametlere meyleden diye anlamışlardır. Bazı alimler de bu tabirle sağını solunu oynatarak, kırıtarak yürüyenlerin kastedildiğini söylemiştir. Mümilat da: Başkasını baştan çıkaran, başkasına salınarak yürümeyi öğreten kadın manasına gelir.

5- Başlarını deve hörgücü gibi yapacak kadınlar tabiri bilhassa günümüzün kadınlarını tasvir ediyor gibidir. Kadınlar, değişik saç modaları uygulayarak saçlarını muhtelif şekillerde bağlayarak tepelerinde hotos denen çıkıntılar teşkil etmektedirler. Mü'min kadınlar, gerek giyecekte ve gerekse baş tuvaletinde bu hadislerin tehdidini dikkatle gözönüne alıp cennetin kokusundan bile mahrum kalmaktan korkmalıdırlar.

Kanaatimiz:

Hadis şerhi yazan Prof. İbrahim Canan'ın yukarıdaki görüş sahiplerine katıldığı gibi bizde katılıyoruz. Ancak bazı kavramsal açıklamalar yapmamız ve konumuz olan türban ve diğer baş bağlama usulleriyle ilişkisini kurmaya, tahminlerimizi açıklamaya çalışalım. Çünkü, gerek uzun saç bırakarak ve bunları başın yukarısında toplayıp üzerine turban geçirilmesi, gerekse arkaya toplayıp çıkını yapılması ve hımarın, türbanda olduğu gibi boyun kısmını sıkarak başın örtü altında toplanan kısmını daha belirgin haline getirip adeta altını çizmek gibi düşünerek yorum yapalım. Daha önce pahalı dokumalardan türban edinmenin ve siyah beyaz veya kahve rengi gibi dikkat çekmeyen renklerden ve motifsiz olması gerektiğine değinmiştik. Bu bölümde ipek başörtüsü veya giysinin kadına helal olduğu yolundaki yorumların zorlalı yorum olduğunu, altının kadına helal erkeğe haram yorumlarının da zorlamalı olduğunu düşünmekteyim. Eğer İnsanlara ipek ancak cennette vaadedilmişse kadında erkekte Sabırlı olmalıdır. Yine ipek, ipek böceklerinden milyonlarcasının gelişmesini tamamlamak için ördükleri kozadan çıkmadan katliam gibi öldürülmesiyle elde edilir. Hayvanlar insanlara rızık olarak yaratılmışlarsa da,İnsan bütün mahlukata hayırlı olmalıdır. Merhamet tüm mahlukata karşı gereklidir. Bir koylundan yün alan insan böyle bir katliam yapmaz. Yine eti için kestiği büyükbaş hayvanın derisini kullanmak israfta kaçınmak için gereklidir. Ama bir metrekare ipek dokuma için öldürülen ipek böceği kurtçuklarını katletmek çok daha başka şeydir. İnsan ve hayvana karşı merhametli olması gereken insanın en az zayiatla ihtiyacı karşılaması gerekir. Mesela sadece ciğerini yeyip gerisini atmak için bir hayvanın kesilesi merhametsizliktir.Harama yakın mekruhtur.

Birkaç tanesinin ancak bir insanı doyuracağı serçeyi avlamak kerih bir şeydir. Onun yerine birkaç kişi doyuracak yaban kazının avlanması efdaldır. Yine kazdan daha efdalı, on kişiyi doyuracak bir dağ keçisinin avlanmasıdır.Veya bir aileye bir ay yetecek bir büyükbaş hayvanın, mesela geyiğin avlanması ondan da efdaldır. İslam olarak doğru yolu seçmiş insan bu ince hesapları yapmak zorundadır. Hiçte zorunlu ihtiyaçlardan olmayan İpek giymek için yüzlerce, hatta binlerce hayvanı koza içinde haşlayıp öldürmekte bir zorunluluk yoktur. İnsan başka giysilerde giyebilir. İşte ipek bütün bu olumsuzlukları içinde taşıyan bir giysi edinme yoludur. Lükstür,şöhret giysisidir. Yine palı olduğu için israftır.Yine şöhret elbisesi olduğu için harama yakın mekruhtur diye düşünmekteyim. Bazı renklerde dince haram edilmiş veya kerih görülmüştür. Bazı renklerin vücut kimyası açısından olumsuzluk içerdiği için dini yasak kapsamına alındığı gibi, ipek ham maddesinin ve kimyasal zincirinin insan için faydalı ışınların vücuda girmesine mani olmadığını kim bilebilir. Birçok dini anlayışta ipek yasaksa, kadına da erkeğe de aynı sebeplerden dolayı yasaktır. Mütedeyyin kimse ince eleyip sık dokumak zorundadır. Bütün bu sakıncalarına rağmen şöhret elbisesi giymekte niçin ısrar edilir. İpek giyenler giyinik çıplaklar niçin olmasın. Hadiste hem başın boğazın sıkılarak ve üstelik saçın topuzlarla kabartılması suretiyle dikkat çeker hale getirilmesi, hem pahalı dokumadan yapılan ipekle kapatılması erkeğin hayalde soymasına çok elverişlidir. Sora bu tür bir kıyafet dikkatleri çektiğinden örtünmek değil, onun ötesinde teşhir niteliğindedir. Çünkü genelden sayılmayan her ayrıcalık fitneye daha yakındır. Nasıl saçı kısa kesilmiş ve saçı açık bir kadının dikkat çekme oranı, toplumda az bulunan saçını kökünden kazıtmış kadının dikkat çekme oranından çok düşükse, başını dikkat çekecek şekilde ve bir modaya uyarak kapatan kadının dikkat çekme oranı da, saçını kısa geçip, sadece taramakla yetinen kabartıp perma yapmayan kadının fitne olması daha düşüktür. Çünkü umumi görüntüye aykırı olan her şeyin altı çizilmiş ve ilgiye davet niteliğindedir.

Bunun içinde, hadiste geçen "kamçıyla vurmak" kısmını bir tarafa bırakıp, sadece başlarını örttükleri halde saçlarını hotos gibi yapanlarla, türbanlıların uzun saçlarını yukarda veya arkada topuz yaparak verdikleri görünüm esas alınarak bu örtünmenin takva ve tevazua ne kadar uyduğunu, dikkatlerden kaçmak ve güzelliği ve zenginliği teşhir etmemek ilkesine aykırı bulunup bulunmadığı inceleyeceğiz. Sonra da, üryan kelimesini nimete nankörlük olarak yorumlayan bilginlerin haklılık payları açısından bir analiz yapacağız. Bu kadınlarda bir tembellik var mı? Hazırdan mı geçiniyorlar. İş kadınlarıysa,kazançlarını çokluğu yanında toplumla paylaşmalarını düşük olduğundan mı bu sonuca varmışlardır. Bu çok önemli bir analizdir. Çünkü sadaka veren kadınlar ve erkeklerin durumu Ahzab süresi 35. ayette bize açıklanmış ve erkek ve kadının kuruluşunda örtünüp örmemenin daha son sıralarda geldiğini, öne çıkar değerin bu olduğunu öğrenmiştik. Yine ırz ve namustan anlam bakımından çok başka nitelikte olan iffetli olunmanın daha efdal olduğunu Nur-60. ayette öğrenmiştir. Yani lükse kaçan ihtiyaçlara sapmayan, kazanırken ister istemez işin niteliği olarak eline ihtiyaçtan fazla geçen kadın veya erkek müktesibin, ihtiyacının dışında kalan her kör kuruşu topluma iade etmesinin iffet anlamına geldiği, kavramın cinsel şehvet değil, mülksel şehvete karşı bir önlem olduğunu ve bunun efdal olduğunu öğrenmiştik. Sadaka veren kadınlar, kendi babalarından kalan veya kocalarının gelirinden çalışıp terlemeden verenler değildir. Bu veriş olsa olsa zekat niteliğindedir. Akar gelirlerinden verilende de zekat türündendir.

Sadaka hadislerde övülen, elinin emeğini ve alın terini yiyen insanın kendi nafakasından keserek muhtaca verdiği maddi şeydir demiştik. Yine güler yüzün veya geçimini sağlamak maksadıyla iş yapan insana, onun işine yardım ederek onun adına rızık üretmesidir demiştik. Zaten bu ayetlerde mukayese edilen şey çalışan erkek ve kadının tasaddukudur. Zaten sadakanın ne olduğunu bize sahabeler anlatmışlardır. Bu tür rivayetlerde sahabe, "Sırtımızla yük taşır bundan tasadduk ederdik demek suretiyle sadakayı tanımlamışlardır. Kadın ve erkeğin Salih olabilmesi ve salah bulabilmesi için bu yola gitmeleri gerekir. Aylak gezen ve hazırdan beslenen bir kadının tesettürle işi geçiştirmesi makbul değildir. Bakınız, Resulullah'ın( s.a.v) muhterem zevcelerinden ve müminlerin annesi Zeynep bitni Cahş sadaka veren kadınlara iyi bir örnektir. Yine kolunu abdest yerine kadar sıvamayı gerektiren deri tabaklamak gibi bir iş yapması da onun horozdan kaçan akletmez cahilin takvasına değil, hak dinin verasına soyunmuş örnek alınması gereken kadın tipi olduğunu anlarız..Bunu da daha sonra vereceğiz.

Örtünme için kullanılan malzeme ipek gibi pahalı ve bence erkeğinde kadınında kullanması hoş olmayan bir malzemedir demiştik. Yine desenli malzeme ile örtünmek ve mat ve tek renk yerine alaca bulaca motifler kullanmanın fitne olduğunu belirtmiştir. Hele saçları sünnet olan kulak hizası ve omuz üstünden kesmeyip veya örerek boyundan sırta salmayıp, Avrupa modasına uyarak saçın kabarıklığı giderilmeden üzeri örtülse de o kadınları çağrıştıran bir hotos şekli verilmesi sevaptan çok günaha götür insanı. Zaten hadiste günümüzün şuursuz örtünme işi anlatılır. Üstten kabartanlar deve hörgücüne benzemekte. Uzun saçı arkadan toplayıp arkaya hotos yapmak ise devenin başına benzemektedir. Çünkü devenin yukarı kalkık başı ve arkaya kalkılan kulak arkasıyla hiçbir hayvanda olmayan bir görünümü vardır. Saçlarını arkaya toplayıp türban takanların bir kısım arkaya bombe yaptıklarında yandan bakan birisi çok bariz görecektir ki, bu kez onun başı deve hörgücü gibi değil, deve başı gibidir. En azından bende bu çağrışımı uyandırıyor.Yani yolun bir (T) harfinin dikey çizgisi gibi başın ortasında durmaktadır. Şekliyle çekici renkleriyle başa verilen şekliyle örtünüyoruz zannederek gerçekte açılan(ilgiden açarken daha çok ilgi çeker hale gelen) bu kadınların günümüzde çağrıştırdığı tip boyundan sıkılan ve saçın arkaya veya üste toplandığı türbanlı kadının bilinçsizce verdiği biçimle ilintilidir. İpek konusunda Resulullah( s.a.s) görüşü kesin ve yasak herkesi kapsar. Altın takılarda sözü çarpıtanlar buruda da aynı şeyi yapmışlardır. İpek erkek-kadın herkese yasaktır. Zaten zorunlu bir giyside değildir. Ekabirlerin şöhret elbisesi giyenlerin aksesuarıdır. İşte altın takı ve ipek yasağını delmek için getirilen yorumu da kapsayan şekliyle verelim.

15. (2107)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ehline takı ve ipeği yasakladı ve: "Eğer sizler cennet takılarını ve cennetin ipeğini seviyorsanız, bunları dünyada takınıp giymeyin" buyurdu." [Nesâî, Zînet 39, (8, 156).]

Nesâî'nin İbnu Ömer'den yaptığı bir diğer rivâyette: "Resûlullah, altın takınmayı, mukatta' yani az bir parça olmak kaydıyla tecvîz etti" denilmiştir.

Mukatta: Az bir şey demektir, kulağın üst kısmına takılan küçük halka, kadın yüzüğü gibi. İsraf, kibir ve zekât vermekten kaçınmak gibi durumları mekruh addetmiştir.

Ayrıca bu modayı kullananlar ziynet sayılan pahalı dokumayı göstermekle şöhret elbisesi giymiş olurlar. Bunun için önceki din bilginlerinin şöhret elbisesine yormaları da doğrudur. Allah şöhret elbisesi giyenlere kıyamette zillet elbisesi giydirir.Çünkü İslam'da örtünme sadelik ve dikkatten kaçma ve varsa doğal güzelliğini örtmek içindir. Kim ne kadar can alıcı güzelse, onun daha sıkı örtünmesi bundandır. Nasrettin hocanın sözü kıssadan hissedir bu konuda. Hoca ile evlenen doğal güzelliği noksan kadın hocaya sorar:"Hoca kimden kaçıp göçeyim" der. Hoca der ki:"bana görünmede kime görünürsen görün".İşte örtünmek maksadıyla giyinmede iki şey ölçüdür. Çok güzel olanlar daha sıkı, güzellik fukarası olanlar ise daha hafif örtüneceklerdir. Yine o toplum bedevilikten çıkmamışsa daha sıkı, medeniye geçmiş ve iman kalbine işlemiş kendisini cinsel ve mülksel tutkudan arındıran gerçek Müslümanlar toplumu ise daha az kapalı giyinebilir. Bu kez türban bir aksesuar ve bilhassa nimete küfran içinde bulunan erkeklerin yakınları olarak yaptıkları iş nimete küfran tanımına girebilir. Çünkü daha sonra vereceğimiz bir hadiste belirtilen yedi şeyden birisi olan "Tuğyan" , sadece aşırılık, katıkalplilik Rum(Avrupa hükümetleri)'ni işlerinde yön verici ve hakem yapmanın dışında azdıran zenginlik olarak ta ilave bir anlam verildiği için zenginlik ve onun teşhiri nimete nankörlüktür. Çünkü fitnelerin en kötüsü lüks yaşam, mütrefleşme ve ihtişam sergilemektir. Nimete nankörlük konusu yine ele alınacaktır.

Bana öyle geliyor ki, hicabın ötesinde tesettür yaptıklarını zan ve iddia eden ve bilhassa bende bu hadis kıyamet alametleri guruplandırmasından olduğu için, türbanlıları tanımladığı hissini veren yukarıdaki hadisteki kadınlar, ne başlarını açtıklarından, ne de örttüklerinden dolayı değil, örtünürken tevazua aykırı davranıp kibre ve gösterişe saptıkları için cenneti hak edememişlerdir. Diğer yandan başörtülerini boneye benzeterek deve hörgücü gibi yapanlardır. Ama daha önce şunu açıklamamız gerekir. Önceki alimlerin giyiniklik ve çıplaklığın bir arada bulunmasını açıklarken, çıplaklık kavramının nimete nankörlük anlamına geldiğini açıklamalarının yanında önemli bir sonuç daha çıkartmışlardır. Bu ise kadınlara kırıtarak yürümeyi öğreten kadın olarak bir sonuç çıkarmışlardır. Bizde buna ilaveten, eğer kavramda bu anlam varsa günümüzde bunu şunlara da yorabiliriz. Bunlar tesettürü moda haline getiren moda evleri ve ona da kullandıkları mankenlere de gider. Yani hadisteki çok anlamlığı bilgi ve görgümüze dayanarak güncelleştirme yaptığımızda dini ticarete alet edenler ve bundan çok para kazanılan bir sektör oluşturan ve kırıtarak yürüme tekniğini de bu tesettür malzemesiyle birlikte şuuraltlarına yerleştirenlerdir. Bunların türbanlı kadınlara yaptıkları en büyük kötülükte budur. Çünkü tevazu gereği örtülmeyi şuralına yerleştirme yerine, şöhret elbisesi, kimlik açıklaması ve üstelik bunun içinde nasıl yürünmesi gerektiğini de mankenler vasıtasıyla öğreterek, onun amacını tersine çevirerek bir aksesuar haline getirmişlerdir.

Yine saçlarını arkada topuz yaparak devenin başı gibi arkadan çıkıntı yapan görünümleriyle dışardan ve bilhassa profilde bakıldığında bazı türbanlıların görünümleri tanımlanmış gibidir. Bunların kural olarak takva ve verâ amacıyla örtündüklerini farz ederek fikir yürüttüğümüz için, İslam'da erkek ve kadın saç boyları ve uzunsa örülmesinin gerektiğine dair hadisler vereceğiz. Yine Namaz esnasında başın örtülmesine dair kesin rivayet olmasına rağmen, namaz dışında bunun farz olduğuna dair bir hadise rastlamadığımı itiraf edeyim. Yine hac esnasında erkek ve kadının kural olarak başlarına örtü almadıkları, aksine saçları kabarık intibaı vermesin diye yağladıklarını(zeytinyağı, bal ve benzeri yapışkan bir şeyle), ama tavaf sonrası ereğin ve kadının belli uzunluklardan fazlasını(Kadında omuz veya kulak memesi hizasından, erkekte bayağı kısaltılarak ilgi çekmez hale getirilmesi) gerektiğine dair rivayetleri verelim.Hacc esnasında onu yapıştırmakta yine kibirli intibaını silmek içindir. Ama Hacc amacıyla bu merasimi yapan insanlar medeni(Hazri) sayıldıkları için medeniyete alıştırma provasında bile saçların, gerek erkek ve gerekse kadın tarafından dikkatlerden uzak bir sudan çıkmış ve düzleşmiş ve burada eşitleşmiş olmasına dikkat edilmiştir. Hani derler ya, kadının güzeli çirkini olmaz, kiminin saçı güzeldir, kiminin kaşı, suya sok çıkart hepsi aynıdır. İşte iticilikte eşitlenmesi için suya sokup çıkarmak gibidir hacda saçın kafa derisine adeta yapışırcasına düzleştirilmesi için yağ sürülmesi. Hacı normal hayata geçtiğinde bu iticilikte eşitliği erkek kazıyarak veya üç numaraya vurarak korur, kadın ise saçını kulak memesi hizasından keserek korur. Buradan çıkartmamız gereken en önemli sonuç şudur. Saçın kabartılarak ilgi odağı olmasında, açıkta veya örtü altında bulunması arasında bir fark yoktur. Eğer saç kabartılmamış sadece taranarak yetinilmiş ise ve omuz veya kulak memesi hizasından kesilmişse, bu kadın fitne üretmezken, saçını uzun bıraktığı ve arkadan elbisesinin içine koymadığı için türban içinde topuz yapmak zorunda kalan kadın fitne açısından daha çekicidir. Kapatılmasına rağmen örtü altından kabartılmasının haram veya mekruh olduğu kanaati vermektedir. Halbuki tevazu için ve takva amaçlı örtünme ilgi çekmemek içindir. Saçı açık ama yukarıdaki kurallara uyan ve saçını ve başını bir ilgi aksesuarı için kullanmayan kadın sanki diğerinden daha efdaldır sonucuna varılabilir. Ama şu bir gerçek ki, insanlar hizipleşip guruplaştıklarında artık akıl devreden çıkmış muhakeme gücü dumura uğramıştır. Sadelik vera ve tevazu için gereklidir.

Bunu içermeyen bir örtünme insanı günahtan koruma yerine kibir gibi çok menfi bir hale götürerek cehenneme biraz daha yaklaştırır. Sadeliği tercih etmek bunun için gerekir. Bunun yolu ise, ya saçları arkadan elbisenin içinden sırta sarkıtmak, ya da kısaltmaktır. Topuz gibi başörtüsünün atından belirmesi erkek hayal gücünü çalıştırır ve Avrupa sosyetesinin güzellik salonundan veya hamamdan çıktıktan sonra bornozunun veya havlusu üzerinde iken saçına sivri havlu bağlaması veya bone takması çağrışımını vermektedir. Nasıl Cilbab açıklanırken, çarşaf gibi bürünülen ama önünde düğmesi veya boydan boya dikişi bulunmadığı için o zamanın insanlarının böyle giyinen kadınları üzeri dış elbisesiyle örtülü ama iç çamaşırı ihtiva etmeyen ve bir yerden bir yere nakledilen cariyeleri o kültürde çağrıştırdığından cübbe giyilmesini bu cübbenin önü kapatılarak entari şekline bürünmesi fitne oluşturmaması açısından ayetle tavsiye ediliyor. Zamanımız kültüründe de boneyi çok andıran bu baş örtüsü biçimi hele de saçların arkada topuz yapılması veya başın üzerinde topuz yapılması erkeğin hayal gücüyle onun gerisini bone veya hamam havlusu ile başını kapatmış henüz iç elbiselerini giymemiş sosyetesi kadınlarına benzeterek hayalinde soyması fitnesine sebebiyet verir. Zaten bir aklı evvelin baş örtüsünü güya modernlik kazanması için tavsiye ettiğini de bildiğine göre, erkekler bunu hep Avrupalı kadının giyimini şuuraltlarından çıkartarak bakacaklardır. Yine pahalı dokumalardan ve rengarenk desenlerinden dolayı bu tür tesettür şöhret elbisesidir diyenlerin haklılık payları vardır. Öyle ise Peygamber kadınlarının saçları ne kadar uzundu ve topuz yapma gafletinden kurtulmak için, başı doğal yapısını koruyan kabartı vermeyen tevazu hicabı için ne yaptıklarına bakmak gerekir. Dindar bunu merak eder ve bakar. Biz de öyle yapalım. Ama önce bu hadis kime uyuyor diye bir objektif değerlendirme yapmalını tavsiye ediyorum.

KADINLAR HİSLERİNE KAPILIP, AKLI VE TEENNİYİ İHMAL ETTİKLERİNDEN AHİRETTE KAYBEDENLERDEN OLMUŞLARDIR.

Genellikle insanoğlunun kadın türü, hisleriyle hareket etmeye daha çok eğilimlidir. Baş örtüsünden dolayı dışlanmışlık veya kaybedenler olmuş hislerine kapıldıklarından, olayı kaşıyanların da tahrikiyle bunu hizipleşmesin başına koymaları da bu türdendir. Yani mizaçları gereği soğukkanlığı kaybederek objektif bakmaktan çıkabilirler. Bundan dolayı da, din açısından kaybedecek daha mühim değerleri hesaba katmayı unutmaya, taraflı bakmaya başlarlar. Buna dair hadisi velim ve yorumunu herkes kendisi yapsın.

9. (2075)- Üsâme İbnu Zeyd (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Mirâc sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sâhiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı." [Buhârî, Rikâk 51, Müslim, Zühd 93, (2736).

AÇIKLAMA:

<p class="MsoNormal" style=" color:#333333; font-weight:400; font-style:normal; font-family:"Treb

13 Kasım 2007 Salı

TESETTÜRLÜ ARKADAŞ GRUBUMUZ

TESETTÜRLÜ ARKADAŞ GRUBUMUZ
Slm. Ben sema. Size başımdan geçen gerçek hikayemi yazmak istedim. İmam hatip son sınıfta okuduğum yıllardı. Sınıfta sosyal yönüm olmadığından arkadaşlarla diyalogum çok iyi değildi. Erkek öğrenciler ile kız öğrenciler ayrı ayrı sınıflarda okurlardı. cinsel konularda 1bdd bilgim yetersizdi ve bu konu hakkında nasıl bilgi alabileceğimi bilmiyor ama öğrenmek istiyordum. Koskaca kız olmuştum neredeyse evlenme çağına gelmiştim.
Tesettürlü olduğum için istediğim gibi hareket edemiyor, her istediğimi konuşamıyor çekiniyordum. Bunun için bu konuda deneyimli olan arkadaşlara daha yakın olmam gerektiğini düşündüm. Güler ve türkan sınıfımızın evli bayanlarından olup çok sıkı arkadaşlardı. Hatta geçen sene tatile iki aile birlikte çıkacak kadar samimi olmuşlardı. Okul çıkışı güler ve türkan birbirlerinin evine giderlerdi. Onlarla samimi olmanın yolunu bulmam lazımdı. Önemli bir dersimizin ödevinin olduğu bir gün gülay ve türkan ödevlerini yapmamışlar sağdan ve soldan ödev aramaya koyulmuşlar ancak sınıftaki rekabetten dolayı kimse kimseye yardımcı olmamıştı.
Onlara yakın olmam için bu fırsatı değerlendirmem gerektiğini düşündüm. Ve ödevimi onlarla paylaştım. Sayemde onlarda ödevlerinden iyi not almışlardı. Teşekkür ettiler ve okul çıkışı çaya davet ettiler. Ben de seve seve kabul ettim. Artık onların grubuna katılmıştım. Her okul çıkışı güler veya türkanın evine gidiyor sohbet edip çay içiyorduk. Güler ve türkan eve geldiklerinde tesettürlü giysilerini çıkarıp oldukça açık bir şekilde gezerlerdi. Gülerlere gittiğimiz bir gün güler fotoğraf albümünü getirmiş geçen seneki tatil fotolarına bakıyorduk. İki aile beraber foto çekilmişlerdi.
Herkes mayoluydu. Güler ve türkan oldukça açık mayolarla fotoğraf çekilmişler. Hatta gülerin eşi sami beyin mayosunun önündeki kabarıklık hemen dikkat çekiyordu. Gülere : -abla nasıl çekildiniz resimleri beyiniz kızmadı mı? Diye sordum. Güler ve türkan gülüşmeye başladılar. Tatilde beraber aynı odada kalmışlar güler ve eşi odada sevişmişler türkan ve eşi de onları seyretmiş. Ben bir tuhaf olmuştum. İlk defa böyle bir muhabbete katılıyordum. Ama daha ilginci arkadaşlarımdan böyle şeyler beklemezdim. Türkan: -maşallah sami beyinki oldukça büyüktü. Güleri iyi doyuruyor. Ben dayanamadım lafa girdim. -Abla beyinizin şeyi ne kadar. Güler: - oo hanımefendi merak mı ettiniz. - Bu konuda hiç bir bilgim yok. Evlenince ne yapıcam onu merak ediyorum. Gerdek gecesi nasıl olacak. Gerdek gecesi ne yapılır. Mesela siz ne yaptınız.
tabi artık bu sex sohbeti olmaya başladı…Güler gerdek gecesinde neler yaptıklarını anlatmıştı. Çok heyecanlıydı. Ama akşam olmuştu. Çıkıp eve geldim. Ertesi gün okul çıkışı bu sefer türkanlara gittik. Bu sefer türkan anlatmaya başladı gerdek gecesinin nasıl geçtiğini. O günde öyle geçti. Artık her okul çıkışı çay sohbetlerine gidip (tabi artık bu sex sohbeti olmaya başladı) muhabbet ediyorduk. Kocalarının penisinin boyları, kalınlıkları, fantazileri, unutamadıkları sevişmeleri, yada gece nasıl seviştikleri. Tahrik olup ıslanıyordum. Kendimi kontrol edemiyor okul çıkışını dört gözle bekliyor hemen evlere gidip sexten konuşuyorduk.
Artık konuştuğumuz kelimeler sansürsüz olmaya başladı. Önceden bu kelimeleri duyduğum zaman bile yüzüm kızaran ben bunları olağan olarak görüp konuşuyordum. Bir gün gülay: -bak sema sana bir iyilik yapayım mı? -Nasıl bir iyilik güler abla? -Süpriz? Güler gitti ve bir video kaseti ile geldi. Türkan ise birden sevinerek el çırpmaya başladı. Ben şaşırmıştım. Video çalışmaya başladı. Oda ne güler ve kocası.
Güler kocasının penisini yalıyordu. İlk defa böyle birşey görüyordum. Ve de bunu arkadaşımın yapması ayrıca bir olaydı benim için. Hayatımda ilk defa bir penis görüyordum. Baya büyük bir şeydi. Kocası gülerin gömleğini çıkarıp memelerini emiyordu. Ben gözlerimi ekrandan ayırmıyordum. Güler türkana beni gözüyle işret yaparak gülüşüyorlardı. Güler çırıl çıplak kalmıştı. Vajinası görünüyordu. Kocası kamerayı eline alıp yakın çekim yapmıştı. Vajinasının deliğini çekmişti. Yine yakın çekimde penisini gülerin vajinasına sokarken çekiyordu. Yakın çekim olduğu için penis dev bir canavar gibi görünüyordu. Yanımda türkan ise elini eteğinin içine sokup kendinden geçiyordu. Diğer eliyle de memelerini okşuyordu. Tuhaf olmuştum.
Bir taraftan ise ekrana bakıyordum. Kasette güler ve kocası sami haykıra haykıra boşalmışlardı. Kocasının erkekliğinden çıkan sıvılar gülerin memelerinin üstüne fışkırtmıştı. İlk defa boşalan insan görmüştüm. Hayatımda sadece rüyalarımda boşalmıştım. Türkanda aşırı tahrik olmuştu. Eteğini kilodunu çıkarmıştı. İlk defa yetişkin bir kimsenin cinsel organını gerçek olarak görmüştüm. Kendini okşaya okşaya boşalmıştı. Bende acayip oldum. Akşam eve gittiğimde uyuyamadım. Hayal kurmaya başladım. Azmıştım. Türkanın yaptığı gibi bir elimle önümü diğer elimle ise memelerimi okşuyordum. Çok güzel bir şeydi. Zevk almaya başlamıştım. kadınlık sıvım gelmişti.
Gusül banyosu yaparak okula gittim. Sınıfta derslerde hep birbirimizin gözünün içine bakıyorduk. Sanki hepimiz bir arzuluyorduk. Dersten sonra teneffüse çıktık. Türkanla güler yanıma gelerek: -hadi sema. Okul bu gün çok sıkıcı. Gel çıkalım. Hemen çıktık. Bir alış veris merkezine girdik. İç giyim satan bir yere girdik. Sadece bakarız diye hayal ediyordum. Güler oldukça küçük bir tanga aldı kendine. Beyaz renk dantelli bir tanga. Türkanda çok küçük pembe bir kilot aldı eve geldik. Çay içtik vs. Sohbete başladık.
Konu tabi ki sex idi. Ben de akşam nasıl mastürbasyon yaptığımı anlattım. Arkadaşlarım beni tebrik ettiler. Aldıkları tanga ve kilotlara baktık. Giyip deneyelim dediler. Güler içeri girdi. Tangalı bir halde içeri girdi. Amı ve amındaki kıllar belli oluyordu. Odada dolaş tı. Türkan birden gülerin tangasını öpmeye başladı. Güler ise türkanın başını kendine doğru bastırıyordu. Daha sonra dudak dudağa öpüşmeye başladılar.
Bu arada bende dayanamadım. Elimi eteğimin içine sokup kendimi tatmin etmeye başladım. Güler ve türkan beni gördüler. Yanıma geldiler. Biri bir elimi, diğeri diğer elimi tuttular. Elimi okşamaya başladılar. Bir hoş olmuştum. İlk defa böyle bir şey oluyordu. Kendimden geçtim. Ayağa kaldırdılar önüme ve arkama geçip beni öpüp okşamaya başladılar. Güler ensemi ve kulak memelerimi emiyor, türkan ise eteğimi aşağıya indirmiş, kilodumu yalıyordu. Tuttular beni yatağa yatırdılar. Sutyen kilot kalmıştım. Memelerimi ve kukumu yalıyorlardı. Deli etmişlerdi beni. Üstümdeki her şeyi çıkarmışlardı.
Türkan benim kukumu yalarken güler de kendi kukusunu bana yalattırıyordu. Sarsıla sarsıla boşalmıştım. Sevişmelerimiz devam etti. Ta ki okul bitince babamın tayiniyle beraber biz ailecek o şehirden taşınana dek. 1 Senedir bir beraberliğim olmadı. Şu anda evlilik vs görünürlerde yok. Arkadaşlarımı özlüyorum. Neyse ki internetim var. Onunla idare edip kendimi tatmin ediyorum. Yeni arkadaşlarla fantezilerimi paylaşmak istiyorum. İlgi gösteren bayan arkadaşların mail ile ulaşmalarını gerçek resim veya fotolarını göndermelerini rica ediyorum. Yaşanacak iyi dostluklara.
Gönderen: semaguven1978

17 Ekim 2007 Çarşamba

İslam'da Seks
http://www.tempodergisi.com.tr/toplum_politika/08739/
Olgun bir müslüman kadın, istemese de kocasıyla sevişmeli
Emekli imam ve yazar Ali Rıza Demircan, İslam ve cinsellik arasındaki ilişkiyi yorumladı.


Cinsel hayat ibadet hayatının bir bölümüdür
Ergenlikle birlikte aktif cinsel hayat başlayabilir
Üreme organından tüm sevişme yöntemleri helal
İslam’da kadın, cinsel yönden daha koruma altında
Kadının kocasını tatmin etmesi Kuran’i bir hedeftir
İslam’da evlilik hedefi dışında flört yasaklıdır
İslam’da evlilik hedefi en az üç çocuk sahibi olmaktır
Pornografik ürünlere bakmak küçük günahtır----------------------------------
İslam'a Göre Cinsel Hayat kitabının yazarı ve Süleymaniye Camii eski imam-hatiplerinden ilahiyatçı Ali Rıza Demircan, dindar camianın önemli kanaat önderlerinden biri olarak kabul ediliyor. Kitabı da yayımlandığı dönemde gürültü koparan Demircan'a göre, İslam dini, ergenlik döneminden itibaren evlilik şartıyla cinsel ilişkiye izin veriyor. Demircan'ın Tempo'ya yaptığı açıklamaları, herhangi bir yorumda bulunmadan veriyoruz.
- İslam dininin cinselliğe bakışı diğer dinlere göre farklılık arz ediyor mu?
Temel ahlaki düsturlar aynı olduğu gibi cinsellikle ilgili ilahi buyruklarda da birliktelik görülmüştür. Evliliğe yönlendirme, zina, eşcinsellik, lezbiyenlik ve hayvanlarla ilişki gibi alanlarda müşterek yasaklar vardır. Adet halindeki nikahlı eşle cinsel ilişki, Kuran ve Tevrat'ta yasaklanırken, mevcut İncillerde böyle bir yasak yer almamaktır. Ruhbanlık yani cinsel hayattan bütünüyle kopma da İslam'da yoktur.
- İslam dininde cinsel faaliyetler üzerine herhangi bir sınırlama var mı? Eşcinsellik, poligami vs...
Cinsel hayat ibadet hayatının bir bölümüdür. İslam dininde cinsel faaliyetler üzerinde sınırlamalar vardır. Bedeni ve mali bir engel olmaksızın sürekli bekarlık, cinsel eylem iktidarını ve üreme gücünü yok etmek, zina, eşcinsellik, lezbiyenlik, hayvanlarla cinsel ilişki, nikahlı eşlerle ters yoldan, adet ve loğusalık dönemlerinde cinsel ilişki, yasaklayıcı sınırları oluşturur. Üreme organından olmak koşuluyla tüm sevişme yöntemleri helaldir. Adetli ve loğusalık döneminde de sevişmek helaldir. İslam dininde cinsel hayatın tek meşru yolu evliliktir. Asıl olan tek kadınlı evliliktir. Birden fazla kadınla evlilik, tavsiye edilmemekle beraber özel koşulları içinde ruhsatlıdır.
---
Enis TAYMAN Fotoğraf: Ergun CANDEMİR

2 Ekim 2007 Salı

Fwd: avus-TURBAN ANALiZi-son nokta

---------- Forwarded message ----------
From: "Avustralyali" <avustraly...@hotkey.net.au>
Date: 1 Ekim, 09:26
Subject: avus-TURBAN ANALiZi-son nokta
To: seksyalnızlar


EMEKLİ ALBAY CEMİL DENK'TEN ÖNEMLİ BİR TÜRBAN ANALİZİ

SAYIN, LAİK (ILIMLI İSLAM DEĞİL!) TÜRKİYE CUMHURİYETİ HALKI
(KURUMLARI) ;

BU YAZIYI - SON GÜNLERDE, TÜRBAN KONUSUNDA KAFASI ALLAK BULLAK
EDİLEN- HALKIMIZIN OKUMASI ŞART DİYE DÜŞÜNÜYORUM.

BU YAZIYI, 15 SENE 10 BİNLERCE SAYFA YAZI OKUYARAK HAZIRLADIM.

ASLINDA BU KONUDA YAZACAKLARIM ÇOK UZUNDUR.

ANCAK YAYIMLANMASI VE TAKİBİ ZOR OLACAĞINI DÜŞÜNDÜĞÜMDEN ONLARI
AYIKLADIM.

BU ARAŞTIRMAMDA SUNULAN BİLGİLERİN TAMAMI BELGELİDİR.

SİZLERDEN;

"BU YAZIMI, SABIRLA "OKUMANIZI",
"WEB SİTENİZE KOYMANIZI",
YAZICIDA ÇOĞALTIP, "DOSTLARINIZA DAĞITMANIZI"

SAYGIYLA RİCA EDİYORUM."

NOT: BİRİLERİ, KENDİ YALAN YANLIŞ DÜŞÜNCELERİNİ, GAZETELERDE
TEFRİKA ŞEKLİNDE YAYIMLARKEN DOĞRULARI YAYIMLAMAK DA BİZİM
SORUMLULUĞUMUZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM.

SAYGILARIMLA

E.ALBAY CEMİL DENK - ANKARA

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan (Önceki) Danışmanı
Atatürkçü Düşünce Derneği Yüksek Disiplin Kurulu (Önceki) Başkanı.
Türkiye E. Subaylar Derneği, Çankaya Şubesi (Önceki) Başkanı.
"Atatürk'ün, Din'e ve Laiklik'e Bakışı" konusunda Araştırmacı
Yazar
Yüksek İdeal Yolcuları Platformu Koordinatör Yrd.
Atatürkçü Düşünce Vakfı Kurucu ve Yön. Krl. Üyesi
Diyalog grubu (temsilci) Üyesi
AUUDP Üyesi
Ulusal Birlik Hareketi Üyesi

CEP : 0532-217-8811
E-Mail : cemild...@mynet.com

GİYİNME, ÖRTÜNME, BAŞÖRTÜSÜ, TÜRBAN

Kadınlarda Baş Örtmenin Tarihçesi:

"Muazzez İlmiye Çığ, kadınlarda örtünmenin tarihçesini anlatırken,
Başörtüsünü "7 bin yıl" öncesindeki Sümerler'e kadar götürüyor;
Sümerolog Çığ'ın yazdığına göre Sümerler'de, "Mabetlerde" "Kutsal
Görev" anlayışıyla Fahişelik yapan kadınların başlarını örtmeleri
Zorunluymuş..

...Bu gelenek Hammurabi zamanında kaldırılmış..

...Ancak M.Ö. 1500'lerde adı bilinmeyen bir Asur Kralının yaptığı
bir yasanın 40. maddesi ile;

..."Evli ve Dul Kadınların BAŞLARINI Bir Şalla Örtmeleri Zorunlu
Kılınmış.."

..."Sokak Fahişelerinin", "Köle Kadınların" ve "Bekar Kızların"
başlarını örtmeleri Yasaklanmış.. [örtmemeleri zorunlu kılınmış]

...Yahudilerde ise, kadınların evlenince saçlarını traş ettirip,
başlarına bir örtü takmaları kuralı varmış.

...Kadınlardaki baş örtme geleneğini Hıristiyanlık'ta rahibeler
sürdürmüştür. (üstelik evli olmadıkları, kızoğlan kız oldukları
halde!)

Bu saptamalardan anlaşılan bir şey var:

Örtünme (Türban): Dini Bir Zorunluluk Değil, Bir Tür "Ayırt Edilme
İşareti"..

İSLAMİYET'te ise, örtünme, Müslümanların Mekke'den Medine'ye
göçünden sonra gündeme gelmiş. Bunu da Prof. Dr. Neşet Çağatay
anlatıyor:
"Mekke ve Medineliler henüz birbirlerini tanımıyorlardı. Mekke'de
olduğu gibi Medine'de de "Satılan, Yatağa Alınan "CARİYELER" vardı.
Medineliler, Mekke'den gelen "Hür Kadınlara" sataşmaya başladı. Hz.
Ömer, sataşanlara neden hür kadınlara sataştığını sorunca "ONU CARİYE
ZANNETTİM" yanıtını alıyordu. O zaman "hür kadınların" belli bir
kıyafeti yoktu. Ömer, Peygamber'e "Allah'a Dua Et, HÜRLERLE
CARİYELERİN ARASI BELLİ OLSUN" dedi. Ardından Hür Kadınların örtünmesi
istendi. Cariyelerin Örtünmesi İse Yasaklandı. Hür kadın gibi başını
örtmeye kalkan cariye dövülüyordu. İslamiyet'in başlangıcında Hür
Kadınların Cariyelerden Ayrılması İçin Uygulanan Bu Gelenek, Kölelik
Kalkınca Erkekten Kaçma Şekline Dönüştürüldü" (Cumhuriyet, Deniz Som,
05 02 1997) [Bu açıklamalarda da örtünmenin Irzla, Namusla ve
Cinsellikle ilgisi yoktur. Sadece AYIRD EDİLME İŞARETİ olduğu
görülmektedir Yoksa, görünen kısımların Cehennem'de yanmasıyla ilgili
bir durum söz konusu değildir.CD]

"Türban, aslında bir Erkek Başlığıdır. Prenslerin ve Hint
rahiplerinin başlarına sardıkları "türban", Osmanlı sultanları ve
vezirlerince de kullanılırdı. ...Bu ülkelerde erkekler tarafından
kullanılan "türban", zamanla Batı'da Kadın Modası olmuş ve Paris moda
evlerinde işlemeli ve türlü desenli türbanlar satışa
çıkmıştır." (Çağlar Kıraç, "Türkiye'de Gericilik", 1950-1990, İmge
Yayınevi, 1993, Ankara.)

21.Ekim.1997 tarihli Milliyet Gazetesi'nde, yazar Ahmet Sever,
"Türban"la ilgili olarak şöyle yazıyor:

"Türkiye gibi Fransa'da da çok yoğun bir Türban tartışması
yaşanıyor. Danıştay'ın okullarda Başörtüsü'ne izin vermesi ülkede
derin görüş ayrılıklarına yol açtı. Fransa'nın iki ünlü aydını, Le
Nouvel Observateur Dergisi'nde bu konuyu tartıştı. İşte, iki aydının
görüşlerinin kısa bir özeti:
...Christian Jelen (yazar): "insan hakları ve kültürel farklılık
adına, türbana izin verilmesi Laiklik ve Cumhuriyet ilkelerine aykırı.
Türban Laikliğin temelini bozuyor. Ben "Kadını Aşağılayan Bu Sembolün"
okullarda yasaklanmasından yanayım.."

...Elisabeth Badinter (yazar):"Cumhuriyet okuluna girerken,
insanlar farklılıklarından arınmalılar. Bunun sonu yok. Bugün türbana
evet dersiniz, yarın Talibanların tepeden tırnağa kapalı, gözleri bile
görünmeyen kızlarına nasıl hayır diyeceksiniz? Unutmayınız ki, bazı
ülkelerde, kadınlar başlarını kapatmadıkları için
öldürülüyorlar.." (Ahmet Sever. Milliyet 1997)

Ergun Balcı, Gazetesindeki, "Politikada Sorunlar" isimli köşesinde
türbanla ilgili yazıyor. Biraz kısaltarak aşağıya alıyorum:
"Türbanla gösteriler yapan, yürüyüş düzenleyen grupların sık sık
örnek verdiği Batı demokrasilerinden Fransa'da da Devlet Okullarına
Dini Giysilerle Gelmek Yasaktır..

...1988 yılında Fransa'da yaşayan Müslümanların liderleri devlet
okullarında okuyan Müslüman kızların türban takmalarına izin
verilmesini, jimnastik ve müzik derslerinden muaf tutulmalarını
istemişti..

...Ancak bu istek Fransız hükümeti tarafından Devletin Laikliği
İlkesine Ters Düştüğü Gerekçesiyle Reddedildi.."

Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet'teki, "Haftaya Bakış" isimli
köşesinde, bu konuda, 1998 yılında daha ilginç tespitler yapmış:
"Necmettin Hoca ve müritleri "Batı'daki gibi Laiklik"
istediklerini her fırsatta vurguluyorlardı ya. Geçen haftaki bir
haber, konuya ilginç boyutlar kattı:

...İsviçre'de "başörtüsü ile ders verme yasağını, Yüksek Mahkeme
de onayladı. Almanya'da ise, bazı eyaletlerde benzer yasaklar kondu..

...İsviçre Yüksek Mahkemesi, kararını özetle şu gerekçelere
dayatıyordu:

"Bol elbise, başörtüsü ve ferace gibi İslami giysilerle sınıfa
girmenin yasaklanmasında kamu yararı vardır. Böyle giysilerle
çocukların İnanç Özgürlükleri etkilenmekte ya da Baskı Altına
Alınmaktadır. Bu, laik devlet ilkesine aykırıdır..

...Yüksek Mahkeme aynı kararıyla sınıflarda "Haç" ya da "Çarmıha"
gerilmiş İsa görüntülerinin bulunmasını da yasaklıyordu.."

Türkiye'de Lamia Bulut adlı bir öğrenci Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu'na başvurmuştu. Sebep, başörtülü fotoğrafla kendisine
diploma verilmemesiydi.

Komisyonun başvuruyu geri çevirme kararında şu satırlar vardı:

"İdare haklıdır. Dini vecibeyi yerine getirme, toplum içinde her
türlü hareketi yapma özgürlüğü anlamına gelmez. Laik Cumhuriyet
çerçevesinde kıyafet zorunluluğu uygulanabilir."

Gözcü Gazetesi yazarı, Ahmet Pertev, 22 Haziran 1998'de bakalım ne
yazıyor:

"Cumhurbaşkanı Demirel'le birlikte gittiğim Müslüman Ülke
Tunus'ta, bir tek Türbanlıya rastlamadım. İRAN ve SUUDİ ARABİSTAN
dışında 55 (elli beş) Müslüman ülkenin hiçbirinde türban diye bir
sorun yok!"

Bu tespitler, bize demokrasinin beşiği olan ülkeler de bile,
türban takmak gibi masum girişimlerin, önü alınmaz sorunlar
olduklarını ve bu tip bir giyinmenin, Cumhuriyet okullarına
yakışmayacağının kabul edilmediğini göstermektedir.

Hikmet Çetinkaya, 11.Eylül.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki
yazısında Türban olayını çok güzel tespit etmiş, aynen sunuyorum;

"İki üniversiteli genç kız. İkisi de "Tıp Fakültesi" öğrencisi,
biri 3. Diğeri 4'ncü Sınıfta okuyor. İkisinin de içine kapanık
oldukları ilk bakışta anlaşılıyor;

Birincisi:

"Üç yıldır Tesettürle dolaşıyorum. Çünkü bu biçimde giyinmeye
mecburdum." duraksıyor. Başını öne eğiyor. Soruyorum:

-Neden mecburdunuz böyle giyinmeye?" Yanıt:

"Okumam için ailemin gönderdiği para yetmiyordu. Bir gün bir Nur
Cemaatinden birisiyle tanıştım. Bana çok iyi davrandı. O zaman yurtta
kalıyordum. Eve taşındım. Bu evlere "Işık Evi" denir. (bana) AYDA 300
DOLAR VERİYORLARDI. Kabul ettim ve KAPANDIM. Sonra Nur Eğitimi aldım.
Bana 10 Kız Öğrenci Bulmam Söylendi. Buldum, Onlar Da KAPANDI."

"İkincisi:

"Lise son sınıfta öğrenciydim, KAPANMAM İSTEDİ. KAPANDIM. ... Bana
Ev Buldular. AYDA 250 DOLAR VERİYORLARDI."

Bu "Türban" ve "Tesettür" işinin para ve diğer çıkarlar karşılığı
giyildiğini duyardım da pek ihtimal vermezdim. İnsaf! bir kısım
Cumhuriyet düşmanlarının, insanlarımızı kendi karanlık emellerini
gerçekleştirmek için nasıl kullandıklarını böylece, içim burkularak,
kanım donarak öğrendim.
CD

Türban konusunda şimdi de Sayın Yekta Güngör Özden'i dinleyelim:

"Anayasa Mahkemesi diyor ki; "Ben Türk' kadınının giysilerini
düzenleyen devrim yasalarına bağlıyım. Bu yasaların belirlediği
biçimde, köyde, kasabada, kentte, evde, sokakta, plajda, Toplantı
salonunda Türk kadınının genelde nasıl giyineceğine karışmam. Ancak
bir devlet kuruluşu olan üniversitelerde çağdaş öğretim ve eğitim
kardeşçe bir dayanışma içerisinde yapılabileceğinden, bunu
engelleyecek biçimdeki DİNSEL, MEZHEPSEL veya ETNİK hangi anlam ve
değer ve düzeyde olursa olsun, "AYRICALIĞI SİMGELEYEN" Belirtilere
karşı bu yürümez..

...Öğrencilerin hangi Din, mezhep, tarikat, soy ya da boydan
olduğu belirtilerine geçerlik tanınırsa karşılıklı zorlamalar
kardeşlik ilkelerini yıkar...

...Anayasa Mahkemesi, [1993] Bayanlarımızın Özel Yaşamlarındaki
BAŞÖRTÜLERİNE Karışmamış, önüne gelen bir yasayla ilgili olarak yüksek
öğretim kurumlarında başörtüsü kullanılamayacağını insan haklarını
gözeterek verdiği kararındaki gerekçelerle ve Anayasa'ya dayanarak
açıklamıştır.

... Hukuk devletinde öğretim, onun kurallarına uyulacağı kabul
edilerek girilmiş kurumlarda aranan biçimde yapılır.

... Devlet Görevlileri Dinsel Giysilerle Çalışamazlar." Dine
saygı, politika ile Dini birbirine karıştırmamakla gerçek olur.
siyasal nedenlerle verilecek Dine saygıyla bağdaşmaz.

Din, kişinin özel yaşamını yönlendirip, aydınlatır. Zorlama ve
aracılık, hele öldürme, tümüyle Din dışıdır. Ülkemiz, Din ve vicdan
özgürlüğünün en geniş biçimde yaşandığı bir ülkedir, bunu da Laiklik
sağlamaktadır. Laik devlette, bir görevlinin Dinine de, inancına da
bakılmaz. Gerçekte, inançlara saygılı olmayı güvence altına alır
Laiklik. Ne din yandaşlığıdır ne de Din düşmanlığı..

Laiklikle devlete kul olmak, "Kapıkulluğu" da kalkmıştır. Ne Din
devletin, ne de devlet Dinin emrindedir.

..."Zulüm" varmış neymiş? Üniversitelerde kızlara başörtü
örttürmüyorlar. Örttürmezler. Hukuk devletinde hukuk kuralları geçer.
Sokaktakine, evdekine karışılmıyor. Eğitim ve öğretim çağdaş ortamda
olur. Öğretim üyeleriyle öğrencilerin hangi dinden, hangi mezhepten,
hangi tarikattan, hangi etnik kökenden olduğunu belli eden giysileri
olursa, ya "Bana Gel" ya "Bizden Git" zorlaması başlayacaktır. Çatışma
olacaktır. Olmaz. Bir polisin bir subayın bir yargıcın, bir savcının
bir başka görevlinin Türbanla oturduğunu düşünün...

Ankara'da bir yüksekokulda Peçeli öğrenciler var. Yani Kuran-ı
Kerim, Müslümanlık yeni mi icat edildi? 70 yılına kadar analarımız,
bacılarımız kötü kadın mıydı? Bize ders veren Öğretim üyeleri kötü
insanlar mıydı?..

...Laiklik, olmadan demokrasi olmaz. Demokrasi de aptal düzeni
değildir.. Olmaz böyle şey!. Demokrasi, kendisini korumasını bilen bir
rejimdir...
...Elhamdülillah Müslüman'ım" diyen "yurttaşımız eziyet
görmemeliymiş" ülkemizde "Bayrak inmeyecek, Ezan dinmeyecekmiş" [T.
Çiller'in ifadeleri. CD.] ne zaman indi, ne zaman dindi ki, kim
inmesini, dinmesini istedi ki? Bayrağa yeni mi sahip çıkıyorsunuz? Biz
kendimizi bildik bileli, Türk Ulusu'nun şanını şerefini savunuyoruz...

...Analarımız, kardeşlerimiz, kızlarımız BAŞÖRTÜSÜ
kullanmaktadırlar. Geleneksel başörtüsüne kimsenin bir dediği, bir
diyeceği yoktur. Türban adıyla kullananların Hukuk devletinde bir
Dinsel Forma olarak kullanılması nedeniyle yükseköğretim kurumlarında
yasaklanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı herkesi bağlayıcıdır.
Bu kararda sokaktaki, evdeki, bağdaki, bahçedeki türbana bile
karışılmamıştır. Kadınlarımızın başörtüsüne el atıldığı suçlaması asla
doğru değildir.

Türban dediğimiz de "Dinsel Amaçlı Başörtüsü, annemin başörtüsü
değil!...

...Şimdi Ankara'da bir "yüksekokulda Türbanlı ve peçeli kız
öğrenci var...

...Şimdilerde çarşaf ve peçe kullanımı, türbanla yetinilmeyeceğini
de göstermektedir. Amaç. Din diktatörlüğüne giden Şeriat düzenidir.
Türban bir yayılma ve kışkırtma aracı, bir tür Tanıtma Bayrağı'dır".
(Y.G . Özden, "İnsan Hakları, Laiklik, Demokrasi Yolunda" 1996,)

Türbanı, şimdi de, Metin Toker'in Not Defterinden izleyelim:

"Hedef Saptırma:

...Sokaklarda başörtüsü, ayak bileğine kadar inen yeldirme bozması
manto, merserize çorap ve kısa topuklu ayakkabıdan oluşan "İslami
Kıyafet'e" bürünmüş kadınların zaman, zaman çoğalması, toplum
düzeninin değiştirildiğinin veya değiştirileceğinin işareti
sayılmaz...

...İsteyen çarşaf giyer, isteyen peçe takar, isteyen şalvarla
dolaşır. Kadınlar için bir kıyafet kanunu düşünülmemiştir,
çıkarılmamıştır. Ona moda hakimdir ve ister Paris modasını, ister
Hicaz modasını takip edebilirsiniz. Geçenlerde bir Gazete fotoğrafı;
"İslami Kıyafet'teki hanımın bacağında Christian Dior çorabı, ayağında
Charles Jourdan pabucu vardı...

... Kuran Kursu'nun kız çocuğu mezunlarının kılıklarını yadırgayıp
eleştirenlere Devlet Bakanı'nın cevabı akılcıdır: yani bale kursunu
bitirenlerin kıyafetini mi giyselerdi? Elbette ki, hayır ve her yerin
kendine özgü kılığı vardır.

...Bunların hiçbiri, tek tek veya bir arada "Türkiye'de Laikliğin
tehlikeye düşmesi" değildir de "Her Yerin Kendine Özgü Kılığının"
"Halkın İnanç Ve Ananeleri" bahanesiyle ve devlet hoşgörüsü, hele
kararıyla değiştirilmeye kalkışılması Laik devlet kavramının, Devlet
Eliyle Zedelenmeye başlamasıdır. Kuran Kursu mezunlarına bale kıyafeti
giydirmek ne kadar akıl dışıysa, 19 Mayıs Bayramı'nda jimnastik
yapacak kızlara Milli Eğitim Bakanlığı'nca Kuran Kursu kıyafetine
yakın kıyafet öngörülmesi aynı derecede akıl dışı, üstelik
çağdışıdır...

...Okullarda, üniversitelerde sınıflara "başlık" ile girilmez. Bir
erkek öğrenci, Hocanın karşında Fötr veya Silindir Şapkayla oturabilir
mi? Başörtüsüne "türban" adı takmakla hiçbir şey halletmezsiniz,
sadece İrtica'ya ödün vermiş olursunuz...

...Resmi belgelerdeki vesikalık fotoğrafları da açık başla
çektirilir. Nikah memurunun karşısına yüzünüzü hiç göstermeyen bir
kara örtüyle geçemezsiniz. İrtica, medeni ve çağdaş bir toplum
düzenini böyle böyle Ortaçağ'ın karanlığına tekrar sürükleme çabasını
başarıya ulaştırmaya çalışır..." (Metin Toker'in Not Defterinden,
"Laiklik ve İrtica" Milliyet Gazetesi)

Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet'te yazıyor: (18 Ekim 1998)

"Şimdi Türkiye'nin gündeminde bir kez daha "Türban" var.

...Ve devletin inanılmaz kaynaklarla beslediği Diyanet İşleri
Başkanlığı, Cumhuriyet'e değil, karşıtlarına destek veriyor...

...Konuyu sınıfta tartışırken, bir başörtülü öğrenci kalkıp, bir
"fetva" okudu...Din İşleri Yüksek Kurulu'nun "türbanı yasallaştıran"
fetvasını.. Oysa Kurul'un elinde, Cumhuriyet karşıtlarının
kullandıkları bu silahı etkisiz kılacak, üç dayanak noktası
bulunuyordu;

Bir: Örtünmek, Kuran'da Bir Zorunluluk Olarak Değil, bir "tavsiye"
olarak yer almıştır. Sadece böyle yapılmasının "daha uygun olacağı"
belirtilmiştir.

İki: Başını örtünmenin gereğine inanan kız öğrenci için, baş
vurulması dince yasal olan bir yol vardır: Okuluna Giderken
"Zorunluluk Karşında" Başını Açmak ve okul dışında yeniden kapatmak..

Üç: İslam, diğer dinlerden çok daha akılcıdır. örtünmenin niçin
önerildiği de açıktır...Çağımızda Başı Açık Kadınların "Kötü"
Olmadıkları Belli Olduğu Gibi; Kadın Saçını Gördüğü İçin "Tahrik"
Olacak "Normal" Bir Erkek de Artık Yoktur..

...Devletin Diyanet'i", Anadolu'nun aydınlık insanının değil, Arap
ve İran İslam'ının temsilcisi gibi davranmıştır...bir kez daha!.

...Türban konusunun, Dincilerin Bir Silahı haline geldiğine kuşku
yok. Bazı kamu oyu yoklamaları, bunun bir Seçim Silahına dönüşmekte
olduğunu da ortaya koyuyor..

Öyleyse ne yapmalı?

...Özden ödün vermeden, o silahı ellerinden almalı! Soğukkanlı bir
biçimde akılcı olarak.. Okullara ve devlet dairelerine başları kapalı
olarak girmek isteyenlere bir açık kapı göstermeli:

-Buyurun!.. Eğer amacınız SİYASAL değil de gerçekten DİNSEL ise,
başınızı TÜRBANLA değil de PERUK ile örtün!

...Tıpkı kimyadaki "Turnusol Kâğıdı" gibi... Dincilerin Ticareti
de Siyaseti de işte o zaman ortaya çıkar. Ve kitlelerin bazı şeyleri
daha kolay anlaması kolaylaşır.."

Yakup Kepenek, Cumhuriyet'te Yazıyor: (27 Eylül 1999)

"Gelelim şu türban giyilmesini, demokrasi ve insan haklarının
simgesi sayan ve yıllardır eğitim kurumlarında büyük gerilimlere
kaynaklık eden anlayışa. Burada çok sayıda yalan üst üste konulmuştur.
Eğitim-Öğretim kurumlarında türban giyilmesi serbest bırakılırsa,
insan haklarına saygı gösterilmiş, demokratikleşme yönünde adım
atılmış olacak türünden bir varsayım, tam anlamıyla yanlıştır;

...Bu sonuca neden ve nasıl varıldığının iki yönü var: "Eğitim ve
Öğretim", her konunun hiçbir önyargı taşınmadan incelenmesi,
irdelenmesi, tartışılması ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasını amaçlar.
Her konu ve kavram, ayrım gözetilmeksizin eleştirel bir süzgeçten
geçirilmelidir. Örneğin, insanlığın tarihsel gelişiminde Dinlerin
doğuşunun yalnızca bir aşama olduğu; Tanrıların ortaya çıkışı;
insanlığın çok Tanrılı dönemleri ve tek Tanrı'ya geçiş süreci türbanlı
bir eğitim ortamında, tam bir bilimsel yansızlıkla ele alınabilir mi?
Bu sorunun yanıtı hayırdır..

...Türbanla kapatılan yalnız Baş Değildir, asıl onun içindeki
Beyindir. Türban, tanımı gereği önyargıdır..

...Eğer birileri Türkiye'den İslam'ın, ılımlı, insan haklarına
saygılı ve demokratik bir biçimde siyasallaşmasına öncülük etmesini
isterlerse, kesinlikle buna karşı çıkılmalıdır. Çünkü bu durum,
Türkiye'nin birilerinin İslam'ın siyasallaşması programlarının
oyuncağı olması, bir deney alanı ya da kobayı gibi kullanılması
anlamına gelir. Daha ağır bir biçimde ya da giderek uluslararası
sermayenin sömürü aracı olarak kullanılmak demektir..

...Tıp tarihi de başka Tarihler de;

Kobayların Kendilerine Değil, Başkalarına Yararlı Olduklarını
Yazıyor.."

"Yeni Mahalle Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Zirai Üretim ve Ev
Ekonomisi Meslek Lisesi'nde kıyafet yönetmeliğine uyulmuyor. Yasa ve
yönetmeliğe aykırı olarak derslere tesettürlü olarak girerken, kız
öğrenciler de yere kadar uzanan pardösüler, siyah gözlükler ve
başlarında iğneli eşarplarla okula geliyor..

...Bu konuda ilgili makamlara, şu şikâyetlerin ve iddiaların
iletildiği öğrenildi:

...Mezuniyet törenlerinde, kız öğrenciler erkek öğretmenlerin
elini sıkmıyor.

...Öğrencilere mescide gitmeleri, örtünmenin imanın şartlarından
olduğu, kız öğrencilerin kapanması gerektiği öğütleniyor..

...Tesettürlü öğretmenler, Refah-Yol iktidarı döneminde Tarım
Bakanı'nın danışmanı olarak görev yapan Osman Çiftçi tarafından
korunuyor. Çiftçi hem inkılap tarihi, hem de "Din Dersleri'ne"
giriyor..

...Öğrencilere, çeşitli Dini kitaplar dağıtılıyor. Ve bazı
öğrenciler, Sincan, Demet Evler, Keçiören ve Batıkent gibi semtlerde
bazı evlerde eğitime gönderiliyor..

..Bazı tesettürlü öğretmenler, müdür yardımcısının bilgisi
dahilinde, Bayrak Törenine katılmıyor.."(Hürriyet, 23 Kasım 2000)

PEÇE, ÇARŞAF

"Kuran'da ve hadislerde kadınlar için PEÇE ve ÇARŞAFLA ilgili
hiçbir emir yoktur. Dinimizde olan bir şeyi reddetmek, ne kadar günah
ve hata ise, Dinimizde olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek de o
kadar günah ve hatadır..

...Peygamberimiz tarafından daha hayatta iken Cennetle müjdelenen
Hz. Ayşe, yüzü açık olarak gezmiş I. Murat devrine kadar da
(1360-1389) İslam ülkelerinde çarşaf ve peçe kullanılmamıştır..

...Selçuklular devrinin tarihçisi Şikari, "Elyazması Peçenin"
toplum hayatımıza girmesini şöyle anlatmaktadır:

...Karamanoğlu Alaaddin; Hamitoğlu İlyas diyarını katliam
ettiğinde burada bulunan üç kabile ki bunlar "Türkmen Oymaklarıdır."
Osmanlıların diyarına firar ederek sığınmışlardır. O zaman Murat Han,
(14 y.y.) bunları görüp pak temiz ve uslu insanlar olduklarını
anladığından, kendi şehrinde (Bursa'da ) yerleştirmiş idi. İşte, bu
kabile kadınları pek güzel olduklarından herkes bunları temaşa etmeye
(seyretmeye) başlayınca ulemalar tarafından bu kabilelerin
hanımlarının yüzlerinin siper edilmesi (örtülmesi) emredilmiş idi.
İşte ne vakit taşra çıksalar (dışarı çıksalar) o kabile hatunları
yüzlerini siper ederler idi. Fakat bu hal sonradan diğer kadın ve
kızların da (Bursalı hanımların ) pek hoşuna geldiğinden (biraz da
kıskandıklarından ve kendilerinin de güzel Türkmen kızlarından birisi
zannedilmesini istediklerinden) herkes daima güzelce her tarafını
örtmeye başladı." (Turhan Olcaytu, "Dinimiz ne Emrediyor, ATATÜRK ne
Yaptı? İnkılaplarımız, İlkelerimiz." İstanbul. Okat Yayınevi, 1973)
Tarihçi Şikari'nin bu tespitini, (Em.) Tümg. Turhan Olcaytu
aşağıdaki şekilde yorumlamaktadır;

"Türkmen Boyu'ndan gelen kızların hakikaten çok güzel oldukları,
bugün dahi, bilinen bir gerçektir. Demek ki o tarihte Bursa'ya sığınan
bir kabilenin çok alımlı, çalımlı ve güzel olan kızları Bursalı
delikanlılar tarafından fazlasıyla rahatsız edilmiş ve o derece ileri
gidilmiş ki, nihayet bu mesele ulemaya kadar aksetmiş ve Türkmen
erkekleri ile Bursalı bıçkın delikanlıların arasında bir arbedenin
çıkmasına, şehrin asayişinin bozulmasına ramak kalmış. Bunun üzerine
bir tedbir olarak Türkmen kız ve kadınlarının yüzlerini örtmesi bir
fetva ile bildirilmiştir..

...Yüzleri peçeli olarak dışarıda gezmeye başlayan Türkmen
kızlarının bu hali şüphesiz, Bursalı hanımların derhal gözüne çarpmış
ve bunların neden örtündükleri merak konusu olmuştur. Araştırma
sonunda Türkmen hanımlarının çok güzel olduklarından dolayı, ulema
emriyle böyle örtünmek zorunda kaldıkları anlaşılınca, Bursalı
hanımlar tabii bir Kıskançlığa ve Güzellik bakımından daha aşağı
olmadıklarına inandıkları için (bir kısmı, kendilerinin de Türkmen
kızı zannedilmesi için) onlar da "Peçe" takmaya başlamıştır..

...Bu tarihe kadar (14, y.y.) ne Türk ne de İslam âdetleri ve
töreleri arasında ne PEÇE ne de ÇARŞAF asla mevcut değildir. Bunlar
kadınların kıskançlıklarından doğmuş bir olgu olup daha sonra bir moda
olarak hayatımıza yerleşmişlerdir..".

Kıskançlık olayı, zamanla, daha da ateşlenmiş, Bursa'daki kadınlar
daha güzel olduklarını ispatlamak istercesine kendilerini kara
çarşafın içine saklamışlardır"

Bir kıskançlık olayı ile sosyal hayatımıza giren peçe ve çarşaf;
daha sonra kadınları ikinci sınıf insan olarak gören yobaz düşünce
tarafından Dini bir örtünme şekli imiş gibi gösterilerek Müslüman
kadının böyle garip şekillerde giyinmesini Dini bir zorunluluk olarak
dayatmıştır. Turhan Olcaytu devam ediyor:

"Abbasi (750-1258) hükümdarlarından II. Melik; sınırları içine
kattığı Bizans Kadınları'nın ve onlardan doğan çocukların Müslümanlığı
kabul etmeleri için; MÜSLÜMAN OLMAYAN veya Müslüman bir erkekle
evlenmeyen GAYRİMÜSLİM KADINLARIN Bal Rengi ÇARŞAF GİYMELERİNİ
emretmiştir. Bu buyruk üzerine, çarşafa girmeyi bir 'Hakaret' kabul
eden, giymedikleri için, 'idam edilen' birkaç gayrimüslim kadından
sonra, sayısız gayrimüslim kadın ya Müslümanlığı kabul etmiş ya da
Müslüman bir erkekle evlenerek, ÇARŞAF Denen Hücreye Girmekten
Kurtulmuşlardır..

...Bu kararın verildiği güne kadar (750-1258) İslami bir kıyafet
olarak hiçbir, ülkede, çarşaf mevcut değildir.. ["sadece, Gayri
Müslimlere" zorunlu olarak Giydiriliyor ]

...Peçe ve çarşafın İslamiyet'le hiçbir ilişkisi olmadığı gibi
iffet ve namusla da negatif yönden ilişkisi vardır. Çünkü eğer bir şey
hatalı ise yanlışsa ve yasaksa o iş gizli yapılmak zorundadır. Her
tarafını örtüp, neyin nesi olduğunu gizleyerek istediğiyle her türlü
ilişkiye girecek, kötü huylu bir kadın için, Çarşaf Ve Peçe, Bulunmaz
Bir Karnaval Maskesidir.."(Turhan Olcaytu, "Dinimiz ne Emrediyor,
ATATÜRK ne Yaptı?" 1973)

Kadın olsun erkek olsun bütün insanlarda, özellikle, fiziksel
yapıları yönünden, karşı cinsleri tarafından beğenilmek arzuları
vardır. İnsanların, yaptıkları işe, yaşadıkları zaman ve mekâna göre,
makul ölçülerde, giyinmelerini yasakladığınız zaman, siz onların bu
görülme ve beğenilme dürtülerine baskı uygulamış olursunuz. Bu da
insanlardaki, "gizliye olan merak"tan dolayı daha kötü sonuçlar
doğurur. Hepimizin yaşadığı bir olayı hatırlayalım; plajda yanınızda,
bikini ile, oturan bir kadın pek ilginizi çekmezken, aynı kadın
üzerine yırtmaçlı bir elbise giyip yanınıza gelmiş olsa, "yırtmacının"
tam başladığı yere bakarsınız. Bu ne demektir? Gizli ve yasak her
zaman ilgi çeker. Bu insanın, hatta her canlının doğal yapısında var
olan bir dürtüdür. Bunu kışkırtmanın, "Dine de, topluma da hiçbir
yararı yoktur.

Kadınlarımız; gizli bir şeyler mi yapıyor diye düşünülerek,
kendisini, zan altında bırakan bu kara örtüyü atıp, onun uygar bir
kadın gibi giyinmesini isteyen Atatürk'e ne kadar teşekkür etse azdır.

Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, "İslamcılık Cereyanı-II" isimli
eserinde, RP'nin örtünme konusundaki görüşünü şöyle tespit ediyor:

"Kavga giderek büyüyordu. Erbakan 10 Kasım 1987'de Gaziantep'te
halka şöyle sesleniyordu:

...Örtünme, Kadınları Evlerinde Kalmayı sağlar, ahlaksızlığı ve
fuhuşu önler. Kocanın karısından şüphe etmemesini mümkün kılar. (!)

...Sonuç: Örtünme kurallarına riayet etmeyen, açık saçık gezen
kadın günahkârdır. Dinin dışına çıkmış olur. Dini inkâr etmiş olur!..

... Tesettürü" sağlamak devletin ve kamunun görevidir. Bu kurumlar
bu görevlerini yerine getirmezlerse Müslüman kadınların, meyhane, bar
ve danslı yerlere gitmelerine engel olmayanlar veya bu gibi
hareketlerin yapılmasına kayıtsız kalanlar Allah tarafından
cezalandırılacaklardır."

... Kıyafet, İnanç ve Dinin birbirleri ile doğrudan hiçbir
bağlantısı yoktur. Hz. Muhammet ilk zamanlarda kendi karılarının ve
yakınlarının eşlerinin (Ahlaksızlar, serkeşler tarafından, TANINIP;
(Bunlar müminlerin kızları ve eşleridir. Rahatsız etmeyelim demeleri
için) rahatsız edilmemeleri için, inanan hanımların başlarını beyaz
bir örtü ile örtmelerini emretmiştir." (Tarık Zafer Tunaya,
"İslamcılık Cereyanı - II", 1998.)

Kuran'ı Kerim'de örtünmeyle ilgili ayetler vardır. Bunlardan -
doğrudan ilgili altısı- aşağıya çıkarılmıştır:

Azhap süresi 59. Ayet:

"Ey peygamber, eşlerine ve kızlarına ve iman edenlerin
kadınlarına; dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu
onların TANINMALARINA, tanınıp da eza edilmemelerine (Cariye ve
Gayrimüslim sanılıp da sarkıntılık yapılmasın diye) en elverişli
olanıdır." (Yaşar Nuri Öztürk, " Kuran-ı Kerim Meali" -Türkçe Çeviri-,
İstanbul, 1994.)

A'raf Suresi, 22. Ayet:" (Şeytan) nihayet onları kandırarak aşağı
çekti. O ikisi ağaçtan tadınca Çirkin Yerleri (cinsel organları)
kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine
örtmeye başladılar."

Araf suresi 26. Ayet: "Ey ademoğulları! Size ÇİRKİN YERLERİNİZİ
ÖRTECEK GİYSİ ve "SÜS" kıyafeti indirdik."

Şimdi gözlerini dahi siyah gözlükle kapatanlara sormak lazım.
Acaba Allah'ın özene bezene yarattığı, sizin saçlarınız, yüzünüz ve
gözleriniz çirkin yerleriniz midir de utanıyor ve kapatıyorsunuz?

Nur suresi 31. Ayet: "Mümin kadınlara söyle; bakışlarını yere
indirsinler. Irzlarını/eteklerini (Avret Yerlerini) korusunlar.
Süslerini/ziynetlerini [TAKILARINI ] , görünen kısımlar (?) müstesna
açmasınlar. Örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine
vursunlar. Süslerini (?) şu kişilerden başkasına göstermesinler:
Kocaları, babaları, oğulları, kocalarının oğulları, kocalarının
kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, .Kadınların mahrem (gizli)
yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar."

[Çocukların görmemesi gereken Gizli Yerler (Süsler), kocanın
kardeşine, üvey evlada, babaya, kayın biraderin oğullarına
gösterilebilecek,(?), bu nasıl korunma kavramı? CD]

Bu ayetlerin tümünde de görüldüğü gibi Örtünme'nin Dinimizle, onu
kabul etme veya inkâr etmeyle doğrudan bir ilgisi yoktur. Örtünme
olayı zamana ve mekâna göre, Tanrı tarafından, kullarına kolaylıklar
olsun ve Çirkin Yerlerinin orta yerde olmaması ve belki de mikrop
kaparak, hasta olmamalarıyla ilgili olsa gerektir.

"Cahilliye Devri'nde Arap kadınlarının davranışları çok dikkat
çekicidir. Bizzat Hz. Muhammet tarafından verilen vaazlar sırasında
dahi bu Arap kadınları, gayet laubali bir şekilde "Yarı Çıplak" ve
Tahrik Edici eda ve pozlar içerisinde yerlere uzanarak Peygamberi
Dinlediklerini biliyoruz...

...Peygamber, bu tür hayâsızlıkların kadınları adileştirdiğini
görüyor, onları vakara davet etmek için ve erkeklerin de hislerini
kontrol altında tutabilmek maksadıyla, yaşanılan çağın ihtiyacından
dolayı yarı beline kadar çıplak yaşayan cahilliye devri kadınları için
bu tedbirleri alıyordu." (Turhan Olcaytu, "Dinimiz ne Emrediyor,
ATATÜRK ne Yaptı?." İstanbul. Okat Yayınevi, 1973).

Atatürk 2 Şubat 1923'te İzmir'de yaptığı bir konuşmada örtünme
için bakın ne diyor:

"...Ben sanıyorum ki bu millete, bu memlekete cümlenize malum
olduğu gibi şuradan buradan gelmiş olan bu kötü âdet ki, ne Din, ne
ahlak ve ne tabiat bunu kabul etmez ve ne de Allah emretmiştir.(.)

... Kasabalarda ve şehirlerde yabancıların dikkatini çeken önemli
manzara ve ifade olunan önemli hal cümlemizce malumdur ki, daha çok
örtünme şekli üzerinde tespit edilmiştir. Bu örtünme şekline bakanlar
hüküm veriyorlar ki, kadın evinden başka bir yer görmez ve göremez.
Çünkü sokağa çıktığı zaman gözü ve her tarafı kapalı olmaya mahkûmdur.

... Efendiler bu örtünme şekli Din icabı da değildir. Hatta o
kadar değildir ki, meşru da (yasal da) değildir. Din gereği örtünmeyi
ifade etmek lazım gelirse kısaca diyebiliriz ki, kadınların örtünmesi,
külfet getirmeyecek ve adaba uymayacak şekilde olmamak şartıyla basit
olmalıdır. (.) Yeter ki örtünme şekli kadını hayattan, faaliyetten ve
insanlıktan ayıracak, meşru olmayacak dereceye getirmemiş
olsun." ("Türkiye'nin Geleceği Üzerine İzmir'de Halkla Konuşma", Sadi
Borak, İstanbul, Şubat 1997, s.179, 1923).

27 Ağustos 1925'te İnebolu'da yaptığı konuşmada ise özellikle
"örtünme" konusu üzerinde duran M. Kemal; "Kadın arkadaşlarımız da
bizim gibi anlayışlı ve aydın insanlardır. Bu kadar yüksek ve önemli
bir sonuca ulaşabilmek için gerekirse bazı kurbanlar da verelim; bunun
önemi yoktur." diyordu.

Görüldüğü gibi Atatürk "örtünme" konusunda hiç ödün vermiyordu ve
kadınlarımızın uygarca giyinmelerinin sağlanması için kesin
kararlıydı. Atatürk'ün bu tutumu, bugün, kıyafet konusunda "kem küm"
eden büyüklerimize ithaf olunur.

CEMİL DENK (E. Albay)

.