17 Ekim 2007 Çarşamba

İslam'da Seks
http://www.tempodergisi.com.tr/toplum_politika/08739/
Olgun bir müslüman kadın, istemese de kocasıyla sevişmeli
Emekli imam ve yazar Ali Rıza Demircan, İslam ve cinsellik arasındaki ilişkiyi yorumladı.


Cinsel hayat ibadet hayatının bir bölümüdür
Ergenlikle birlikte aktif cinsel hayat başlayabilir
Üreme organından tüm sevişme yöntemleri helal
İslam’da kadın, cinsel yönden daha koruma altında
Kadının kocasını tatmin etmesi Kuran’i bir hedeftir
İslam’da evlilik hedefi dışında flört yasaklıdır
İslam’da evlilik hedefi en az üç çocuk sahibi olmaktır
Pornografik ürünlere bakmak küçük günahtır----------------------------------
İslam'a Göre Cinsel Hayat kitabının yazarı ve Süleymaniye Camii eski imam-hatiplerinden ilahiyatçı Ali Rıza Demircan, dindar camianın önemli kanaat önderlerinden biri olarak kabul ediliyor. Kitabı da yayımlandığı dönemde gürültü koparan Demircan'a göre, İslam dini, ergenlik döneminden itibaren evlilik şartıyla cinsel ilişkiye izin veriyor. Demircan'ın Tempo'ya yaptığı açıklamaları, herhangi bir yorumda bulunmadan veriyoruz.
- İslam dininin cinselliğe bakışı diğer dinlere göre farklılık arz ediyor mu?
Temel ahlaki düsturlar aynı olduğu gibi cinsellikle ilgili ilahi buyruklarda da birliktelik görülmüştür. Evliliğe yönlendirme, zina, eşcinsellik, lezbiyenlik ve hayvanlarla ilişki gibi alanlarda müşterek yasaklar vardır. Adet halindeki nikahlı eşle cinsel ilişki, Kuran ve Tevrat'ta yasaklanırken, mevcut İncillerde böyle bir yasak yer almamaktır. Ruhbanlık yani cinsel hayattan bütünüyle kopma da İslam'da yoktur.
- İslam dininde cinsel faaliyetler üzerine herhangi bir sınırlama var mı? Eşcinsellik, poligami vs...
Cinsel hayat ibadet hayatının bir bölümüdür. İslam dininde cinsel faaliyetler üzerinde sınırlamalar vardır. Bedeni ve mali bir engel olmaksızın sürekli bekarlık, cinsel eylem iktidarını ve üreme gücünü yok etmek, zina, eşcinsellik, lezbiyenlik, hayvanlarla cinsel ilişki, nikahlı eşlerle ters yoldan, adet ve loğusalık dönemlerinde cinsel ilişki, yasaklayıcı sınırları oluşturur. Üreme organından olmak koşuluyla tüm sevişme yöntemleri helaldir. Adetli ve loğusalık döneminde de sevişmek helaldir. İslam dininde cinsel hayatın tek meşru yolu evliliktir. Asıl olan tek kadınlı evliliktir. Birden fazla kadınla evlilik, tavsiye edilmemekle beraber özel koşulları içinde ruhsatlıdır.
---
Enis TAYMAN Fotoğraf: Ergun CANDEMİR

2 Ekim 2007 Salı

Fwd: avus-TURBAN ANALiZi-son nokta

---------- Forwarded message ----------
From: "Avustralyali" <avustraly...@hotkey.net.au>
Date: 1 Ekim, 09:26
Subject: avus-TURBAN ANALiZi-son nokta
To: seksyalnızlar


EMEKLİ ALBAY CEMİL DENK'TEN ÖNEMLİ BİR TÜRBAN ANALİZİ

SAYIN, LAİK (ILIMLI İSLAM DEĞİL!) TÜRKİYE CUMHURİYETİ HALKI
(KURUMLARI) ;

BU YAZIYI - SON GÜNLERDE, TÜRBAN KONUSUNDA KAFASI ALLAK BULLAK
EDİLEN- HALKIMIZIN OKUMASI ŞART DİYE DÜŞÜNÜYORUM.

BU YAZIYI, 15 SENE 10 BİNLERCE SAYFA YAZI OKUYARAK HAZIRLADIM.

ASLINDA BU KONUDA YAZACAKLARIM ÇOK UZUNDUR.

ANCAK YAYIMLANMASI VE TAKİBİ ZOR OLACAĞINI DÜŞÜNDÜĞÜMDEN ONLARI
AYIKLADIM.

BU ARAŞTIRMAMDA SUNULAN BİLGİLERİN TAMAMI BELGELİDİR.

SİZLERDEN;

"BU YAZIMI, SABIRLA "OKUMANIZI",
"WEB SİTENİZE KOYMANIZI",
YAZICIDA ÇOĞALTIP, "DOSTLARINIZA DAĞITMANIZI"

SAYGIYLA RİCA EDİYORUM."

NOT: BİRİLERİ, KENDİ YALAN YANLIŞ DÜŞÜNCELERİNİ, GAZETELERDE
TEFRİKA ŞEKLİNDE YAYIMLARKEN DOĞRULARI YAYIMLAMAK DA BİZİM
SORUMLULUĞUMUZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM.

SAYGILARIMLA

E.ALBAY CEMİL DENK - ANKARA

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan (Önceki) Danışmanı
Atatürkçü Düşünce Derneği Yüksek Disiplin Kurulu (Önceki) Başkanı.
Türkiye E. Subaylar Derneği, Çankaya Şubesi (Önceki) Başkanı.
"Atatürk'ün, Din'e ve Laiklik'e Bakışı" konusunda Araştırmacı
Yazar
Yüksek İdeal Yolcuları Platformu Koordinatör Yrd.
Atatürkçü Düşünce Vakfı Kurucu ve Yön. Krl. Üyesi
Diyalog grubu (temsilci) Üyesi
AUUDP Üyesi
Ulusal Birlik Hareketi Üyesi

CEP : 0532-217-8811
E-Mail : cemild...@mynet.com

GİYİNME, ÖRTÜNME, BAŞÖRTÜSÜ, TÜRBAN

Kadınlarda Baş Örtmenin Tarihçesi:

"Muazzez İlmiye Çığ, kadınlarda örtünmenin tarihçesini anlatırken,
Başörtüsünü "7 bin yıl" öncesindeki Sümerler'e kadar götürüyor;
Sümerolog Çığ'ın yazdığına göre Sümerler'de, "Mabetlerde" "Kutsal
Görev" anlayışıyla Fahişelik yapan kadınların başlarını örtmeleri
Zorunluymuş..

...Bu gelenek Hammurabi zamanında kaldırılmış..

...Ancak M.Ö. 1500'lerde adı bilinmeyen bir Asur Kralının yaptığı
bir yasanın 40. maddesi ile;

..."Evli ve Dul Kadınların BAŞLARINI Bir Şalla Örtmeleri Zorunlu
Kılınmış.."

..."Sokak Fahişelerinin", "Köle Kadınların" ve "Bekar Kızların"
başlarını örtmeleri Yasaklanmış.. [örtmemeleri zorunlu kılınmış]

...Yahudilerde ise, kadınların evlenince saçlarını traş ettirip,
başlarına bir örtü takmaları kuralı varmış.

...Kadınlardaki baş örtme geleneğini Hıristiyanlık'ta rahibeler
sürdürmüştür. (üstelik evli olmadıkları, kızoğlan kız oldukları
halde!)

Bu saptamalardan anlaşılan bir şey var:

Örtünme (Türban): Dini Bir Zorunluluk Değil, Bir Tür "Ayırt Edilme
İşareti"..

İSLAMİYET'te ise, örtünme, Müslümanların Mekke'den Medine'ye
göçünden sonra gündeme gelmiş. Bunu da Prof. Dr. Neşet Çağatay
anlatıyor:
"Mekke ve Medineliler henüz birbirlerini tanımıyorlardı. Mekke'de
olduğu gibi Medine'de de "Satılan, Yatağa Alınan "CARİYELER" vardı.
Medineliler, Mekke'den gelen "Hür Kadınlara" sataşmaya başladı. Hz.
Ömer, sataşanlara neden hür kadınlara sataştığını sorunca "ONU CARİYE
ZANNETTİM" yanıtını alıyordu. O zaman "hür kadınların" belli bir
kıyafeti yoktu. Ömer, Peygamber'e "Allah'a Dua Et, HÜRLERLE
CARİYELERİN ARASI BELLİ OLSUN" dedi. Ardından Hür Kadınların örtünmesi
istendi. Cariyelerin Örtünmesi İse Yasaklandı. Hür kadın gibi başını
örtmeye kalkan cariye dövülüyordu. İslamiyet'in başlangıcında Hür
Kadınların Cariyelerden Ayrılması İçin Uygulanan Bu Gelenek, Kölelik
Kalkınca Erkekten Kaçma Şekline Dönüştürüldü" (Cumhuriyet, Deniz Som,
05 02 1997) [Bu açıklamalarda da örtünmenin Irzla, Namusla ve
Cinsellikle ilgisi yoktur. Sadece AYIRD EDİLME İŞARETİ olduğu
görülmektedir Yoksa, görünen kısımların Cehennem'de yanmasıyla ilgili
bir durum söz konusu değildir.CD]

"Türban, aslında bir Erkek Başlığıdır. Prenslerin ve Hint
rahiplerinin başlarına sardıkları "türban", Osmanlı sultanları ve
vezirlerince de kullanılırdı. ...Bu ülkelerde erkekler tarafından
kullanılan "türban", zamanla Batı'da Kadın Modası olmuş ve Paris moda
evlerinde işlemeli ve türlü desenli türbanlar satışa
çıkmıştır." (Çağlar Kıraç, "Türkiye'de Gericilik", 1950-1990, İmge
Yayınevi, 1993, Ankara.)

21.Ekim.1997 tarihli Milliyet Gazetesi'nde, yazar Ahmet Sever,
"Türban"la ilgili olarak şöyle yazıyor:

"Türkiye gibi Fransa'da da çok yoğun bir Türban tartışması
yaşanıyor. Danıştay'ın okullarda Başörtüsü'ne izin vermesi ülkede
derin görüş ayrılıklarına yol açtı. Fransa'nın iki ünlü aydını, Le
Nouvel Observateur Dergisi'nde bu konuyu tartıştı. İşte, iki aydının
görüşlerinin kısa bir özeti:
...Christian Jelen (yazar): "insan hakları ve kültürel farklılık
adına, türbana izin verilmesi Laiklik ve Cumhuriyet ilkelerine aykırı.
Türban Laikliğin temelini bozuyor. Ben "Kadını Aşağılayan Bu Sembolün"
okullarda yasaklanmasından yanayım.."

...Elisabeth Badinter (yazar):"Cumhuriyet okuluna girerken,
insanlar farklılıklarından arınmalılar. Bunun sonu yok. Bugün türbana
evet dersiniz, yarın Talibanların tepeden tırnağa kapalı, gözleri bile
görünmeyen kızlarına nasıl hayır diyeceksiniz? Unutmayınız ki, bazı
ülkelerde, kadınlar başlarını kapatmadıkları için
öldürülüyorlar.." (Ahmet Sever. Milliyet 1997)

Ergun Balcı, Gazetesindeki, "Politikada Sorunlar" isimli köşesinde
türbanla ilgili yazıyor. Biraz kısaltarak aşağıya alıyorum:
"Türbanla gösteriler yapan, yürüyüş düzenleyen grupların sık sık
örnek verdiği Batı demokrasilerinden Fransa'da da Devlet Okullarına
Dini Giysilerle Gelmek Yasaktır..

...1988 yılında Fransa'da yaşayan Müslümanların liderleri devlet
okullarında okuyan Müslüman kızların türban takmalarına izin
verilmesini, jimnastik ve müzik derslerinden muaf tutulmalarını
istemişti..

...Ancak bu istek Fransız hükümeti tarafından Devletin Laikliği
İlkesine Ters Düştüğü Gerekçesiyle Reddedildi.."

Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet'teki, "Haftaya Bakış" isimli
köşesinde, bu konuda, 1998 yılında daha ilginç tespitler yapmış:
"Necmettin Hoca ve müritleri "Batı'daki gibi Laiklik"
istediklerini her fırsatta vurguluyorlardı ya. Geçen haftaki bir
haber, konuya ilginç boyutlar kattı:

...İsviçre'de "başörtüsü ile ders verme yasağını, Yüksek Mahkeme
de onayladı. Almanya'da ise, bazı eyaletlerde benzer yasaklar kondu..

...İsviçre Yüksek Mahkemesi, kararını özetle şu gerekçelere
dayatıyordu:

"Bol elbise, başörtüsü ve ferace gibi İslami giysilerle sınıfa
girmenin yasaklanmasında kamu yararı vardır. Böyle giysilerle
çocukların İnanç Özgürlükleri etkilenmekte ya da Baskı Altına
Alınmaktadır. Bu, laik devlet ilkesine aykırıdır..

...Yüksek Mahkeme aynı kararıyla sınıflarda "Haç" ya da "Çarmıha"
gerilmiş İsa görüntülerinin bulunmasını da yasaklıyordu.."

Türkiye'de Lamia Bulut adlı bir öğrenci Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu'na başvurmuştu. Sebep, başörtülü fotoğrafla kendisine
diploma verilmemesiydi.

Komisyonun başvuruyu geri çevirme kararında şu satırlar vardı:

"İdare haklıdır. Dini vecibeyi yerine getirme, toplum içinde her
türlü hareketi yapma özgürlüğü anlamına gelmez. Laik Cumhuriyet
çerçevesinde kıyafet zorunluluğu uygulanabilir."

Gözcü Gazetesi yazarı, Ahmet Pertev, 22 Haziran 1998'de bakalım ne
yazıyor:

"Cumhurbaşkanı Demirel'le birlikte gittiğim Müslüman Ülke
Tunus'ta, bir tek Türbanlıya rastlamadım. İRAN ve SUUDİ ARABİSTAN
dışında 55 (elli beş) Müslüman ülkenin hiçbirinde türban diye bir
sorun yok!"

Bu tespitler, bize demokrasinin beşiği olan ülkeler de bile,
türban takmak gibi masum girişimlerin, önü alınmaz sorunlar
olduklarını ve bu tip bir giyinmenin, Cumhuriyet okullarına
yakışmayacağının kabul edilmediğini göstermektedir.

Hikmet Çetinkaya, 11.Eylül.1998 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki
yazısında Türban olayını çok güzel tespit etmiş, aynen sunuyorum;

"İki üniversiteli genç kız. İkisi de "Tıp Fakültesi" öğrencisi,
biri 3. Diğeri 4'ncü Sınıfta okuyor. İkisinin de içine kapanık
oldukları ilk bakışta anlaşılıyor;

Birincisi:

"Üç yıldır Tesettürle dolaşıyorum. Çünkü bu biçimde giyinmeye
mecburdum." duraksıyor. Başını öne eğiyor. Soruyorum:

-Neden mecburdunuz böyle giyinmeye?" Yanıt:

"Okumam için ailemin gönderdiği para yetmiyordu. Bir gün bir Nur
Cemaatinden birisiyle tanıştım. Bana çok iyi davrandı. O zaman yurtta
kalıyordum. Eve taşındım. Bu evlere "Işık Evi" denir. (bana) AYDA 300
DOLAR VERİYORLARDI. Kabul ettim ve KAPANDIM. Sonra Nur Eğitimi aldım.
Bana 10 Kız Öğrenci Bulmam Söylendi. Buldum, Onlar Da KAPANDI."

"İkincisi:

"Lise son sınıfta öğrenciydim, KAPANMAM İSTEDİ. KAPANDIM. ... Bana
Ev Buldular. AYDA 250 DOLAR VERİYORLARDI."

Bu "Türban" ve "Tesettür" işinin para ve diğer çıkarlar karşılığı
giyildiğini duyardım da pek ihtimal vermezdim. İnsaf! bir kısım
Cumhuriyet düşmanlarının, insanlarımızı kendi karanlık emellerini
gerçekleştirmek için nasıl kullandıklarını böylece, içim burkularak,
kanım donarak öğrendim.
CD

Türban konusunda şimdi de Sayın Yekta Güngör Özden'i dinleyelim:

"Anayasa Mahkemesi diyor ki; "Ben Türk' kadınının giysilerini
düzenleyen devrim yasalarına bağlıyım. Bu yasaların belirlediği
biçimde, köyde, kasabada, kentte, evde, sokakta, plajda, Toplantı
salonunda Türk kadınının genelde nasıl giyineceğine karışmam. Ancak
bir devlet kuruluşu olan üniversitelerde çağdaş öğretim ve eğitim
kardeşçe bir dayanışma içerisinde yapılabileceğinden, bunu
engelleyecek biçimdeki DİNSEL, MEZHEPSEL veya ETNİK hangi anlam ve
değer ve düzeyde olursa olsun, "AYRICALIĞI SİMGELEYEN" Belirtilere
karşı bu yürümez..

...Öğrencilerin hangi Din, mezhep, tarikat, soy ya da boydan
olduğu belirtilerine geçerlik tanınırsa karşılıklı zorlamalar
kardeşlik ilkelerini yıkar...

...Anayasa Mahkemesi, [1993] Bayanlarımızın Özel Yaşamlarındaki
BAŞÖRTÜLERİNE Karışmamış, önüne gelen bir yasayla ilgili olarak yüksek
öğretim kurumlarında başörtüsü kullanılamayacağını insan haklarını
gözeterek verdiği kararındaki gerekçelerle ve Anayasa'ya dayanarak
açıklamıştır.

... Hukuk devletinde öğretim, onun kurallarına uyulacağı kabul
edilerek girilmiş kurumlarda aranan biçimde yapılır.

... Devlet Görevlileri Dinsel Giysilerle Çalışamazlar." Dine
saygı, politika ile Dini birbirine karıştırmamakla gerçek olur.
siyasal nedenlerle verilecek Dine saygıyla bağdaşmaz.

Din, kişinin özel yaşamını yönlendirip, aydınlatır. Zorlama ve
aracılık, hele öldürme, tümüyle Din dışıdır. Ülkemiz, Din ve vicdan
özgürlüğünün en geniş biçimde yaşandığı bir ülkedir, bunu da Laiklik
sağlamaktadır. Laik devlette, bir görevlinin Dinine de, inancına da
bakılmaz. Gerçekte, inançlara saygılı olmayı güvence altına alır
Laiklik. Ne din yandaşlığıdır ne de Din düşmanlığı..

Laiklikle devlete kul olmak, "Kapıkulluğu" da kalkmıştır. Ne Din
devletin, ne de devlet Dinin emrindedir.

..."Zulüm" varmış neymiş? Üniversitelerde kızlara başörtü
örttürmüyorlar. Örttürmezler. Hukuk devletinde hukuk kuralları geçer.
Sokaktakine, evdekine karışılmıyor. Eğitim ve öğretim çağdaş ortamda
olur. Öğretim üyeleriyle öğrencilerin hangi dinden, hangi mezhepten,
hangi tarikattan, hangi etnik kökenden olduğunu belli eden giysileri
olursa, ya "Bana Gel" ya "Bizden Git" zorlaması başlayacaktır. Çatışma
olacaktır. Olmaz. Bir polisin bir subayın bir yargıcın, bir savcının
bir başka görevlinin Türbanla oturduğunu düşünün...

Ankara'da bir yüksekokulda Peçeli öğrenciler var. Yani Kuran-ı
Kerim, Müslümanlık yeni mi icat edildi? 70 yılına kadar analarımız,
bacılarımız kötü kadın mıydı? Bize ders veren Öğretim üyeleri kötü
insanlar mıydı?..

...Laiklik, olmadan demokrasi olmaz. Demokrasi de aptal düzeni
değildir.. Olmaz böyle şey!. Demokrasi, kendisini korumasını bilen bir
rejimdir...
...Elhamdülillah Müslüman'ım" diyen "yurttaşımız eziyet
görmemeliymiş" ülkemizde "Bayrak inmeyecek, Ezan dinmeyecekmiş" [T.
Çiller'in ifadeleri. CD.] ne zaman indi, ne zaman dindi ki, kim
inmesini, dinmesini istedi ki? Bayrağa yeni mi sahip çıkıyorsunuz? Biz
kendimizi bildik bileli, Türk Ulusu'nun şanını şerefini savunuyoruz...

...Analarımız, kardeşlerimiz, kızlarımız BAŞÖRTÜSÜ
kullanmaktadırlar. Geleneksel başörtüsüne kimsenin bir dediği, bir
diyeceği yoktur. Türban adıyla kullananların Hukuk devletinde bir
Dinsel Forma olarak kullanılması nedeniyle yükseköğretim kurumlarında
yasaklanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı herkesi bağlayıcıdır.
Bu kararda sokaktaki, evdeki, bağdaki, bahçedeki türbana bile
karışılmamıştır. Kadınlarımızın başörtüsüne el atıldığı suçlaması asla
doğru değildir.

Türban dediğimiz de "Dinsel Amaçlı Başörtüsü, annemin başörtüsü
değil!...

...Şimdi Ankara'da bir "yüksekokulda Türbanlı ve peçeli kız
öğrenci var...

...Şimdilerde çarşaf ve peçe kullanımı, türbanla yetinilmeyeceğini
de göstermektedir. Amaç. Din diktatörlüğüne giden Şeriat düzenidir.
Türban bir yayılma ve kışkırtma aracı, bir tür Tanıtma Bayrağı'dır".
(Y.G . Özden, "İnsan Hakları, Laiklik, Demokrasi Yolunda" 1996,)

Türbanı, şimdi de, Metin Toker'in Not Defterinden izleyelim:

"Hedef Saptırma:

...Sokaklarda başörtüsü, ayak bileğine kadar inen yeldirme bozması
manto, merserize çorap ve kısa topuklu ayakkabıdan oluşan "İslami
Kıyafet'e" bürünmüş kadınların zaman, zaman çoğalması, toplum
düzeninin değiştirildiğinin veya değiştirileceğinin işareti
sayılmaz...

...İsteyen çarşaf giyer, isteyen peçe takar, isteyen şalvarla
dolaşır. Kadınlar için bir kıyafet kanunu düşünülmemiştir,
çıkarılmamıştır. Ona moda hakimdir ve ister Paris modasını, ister
Hicaz modasını takip edebilirsiniz. Geçenlerde bir Gazete fotoğrafı;
"İslami Kıyafet'teki hanımın bacağında Christian Dior çorabı, ayağında
Charles Jourdan pabucu vardı...

... Kuran Kursu'nun kız çocuğu mezunlarının kılıklarını yadırgayıp
eleştirenlere Devlet Bakanı'nın cevabı akılcıdır: yani bale kursunu
bitirenlerin kıyafetini mi giyselerdi? Elbette ki, hayır ve her yerin
kendine özgü kılığı vardır.

...Bunların hiçbiri, tek tek veya bir arada "Türkiye'de Laikliğin
tehlikeye düşmesi" değildir de "Her Yerin Kendine Özgü Kılığının"
"Halkın İnanç Ve Ananeleri" bahanesiyle ve devlet hoşgörüsü, hele
kararıyla değiştirilmeye kalkışılması Laik devlet kavramının, Devlet
Eliyle Zedelenmeye başlamasıdır. Kuran Kursu mezunlarına bale kıyafeti
giydirmek ne kadar akıl dışıysa, 19 Mayıs Bayramı'nda jimnastik
yapacak kızlara Milli Eğitim Bakanlığı'nca Kuran Kursu kıyafetine
yakın kıyafet öngörülmesi aynı derecede akıl dışı, üstelik
çağdışıdır...

...Okullarda, üniversitelerde sınıflara "başlık" ile girilmez. Bir
erkek öğrenci, Hocanın karşında Fötr veya Silindir Şapkayla oturabilir
mi? Başörtüsüne "türban" adı takmakla hiçbir şey halletmezsiniz,
sadece İrtica'ya ödün vermiş olursunuz...

...Resmi belgelerdeki vesikalık fotoğrafları da açık başla
çektirilir. Nikah memurunun karşısına yüzünüzü hiç göstermeyen bir
kara örtüyle geçemezsiniz. İrtica, medeni ve çağdaş bir toplum
düzenini böyle böyle Ortaçağ'ın karanlığına tekrar sürükleme çabasını
başarıya ulaştırmaya çalışır..." (Metin Toker'in Not Defterinden,
"Laiklik ve İrtica" Milliyet Gazetesi)

Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet'te yazıyor: (18 Ekim 1998)

"Şimdi Türkiye'nin gündeminde bir kez daha "Türban" var.

...Ve devletin inanılmaz kaynaklarla beslediği Diyanet İşleri
Başkanlığı, Cumhuriyet'e değil, karşıtlarına destek veriyor...

...Konuyu sınıfta tartışırken, bir başörtülü öğrenci kalkıp, bir
"fetva" okudu...Din İşleri Yüksek Kurulu'nun "türbanı yasallaştıran"
fetvasını.. Oysa Kurul'un elinde, Cumhuriyet karşıtlarının
kullandıkları bu silahı etkisiz kılacak, üç dayanak noktası
bulunuyordu;

Bir: Örtünmek, Kuran'da Bir Zorunluluk Olarak Değil, bir "tavsiye"
olarak yer almıştır. Sadece böyle yapılmasının "daha uygun olacağı"
belirtilmiştir.

İki: Başını örtünmenin gereğine inanan kız öğrenci için, baş
vurulması dince yasal olan bir yol vardır: Okuluna Giderken
"Zorunluluk Karşında" Başını Açmak ve okul dışında yeniden kapatmak..

Üç: İslam, diğer dinlerden çok daha akılcıdır. örtünmenin niçin
önerildiği de açıktır...Çağımızda Başı Açık Kadınların "Kötü"
Olmadıkları Belli Olduğu Gibi; Kadın Saçını Gördüğü İçin "Tahrik"
Olacak "Normal" Bir Erkek de Artık Yoktur..

...Devletin Diyanet'i", Anadolu'nun aydınlık insanının değil, Arap
ve İran İslam'ının temsilcisi gibi davranmıştır...bir kez daha!.

...Türban konusunun, Dincilerin Bir Silahı haline geldiğine kuşku
yok. Bazı kamu oyu yoklamaları, bunun bir Seçim Silahına dönüşmekte
olduğunu da ortaya koyuyor..

Öyleyse ne yapmalı?

...Özden ödün vermeden, o silahı ellerinden almalı! Soğukkanlı bir
biçimde akılcı olarak.. Okullara ve devlet dairelerine başları kapalı
olarak girmek isteyenlere bir açık kapı göstermeli:

-Buyurun!.. Eğer amacınız SİYASAL değil de gerçekten DİNSEL ise,
başınızı TÜRBANLA değil de PERUK ile örtün!

...Tıpkı kimyadaki "Turnusol Kâğıdı" gibi... Dincilerin Ticareti
de Siyaseti de işte o zaman ortaya çıkar. Ve kitlelerin bazı şeyleri
daha kolay anlaması kolaylaşır.."

Yakup Kepenek, Cumhuriyet'te Yazıyor: (27 Eylül 1999)

"Gelelim şu türban giyilmesini, demokrasi ve insan haklarının
simgesi sayan ve yıllardır eğitim kurumlarında büyük gerilimlere
kaynaklık eden anlayışa. Burada çok sayıda yalan üst üste konulmuştur.
Eğitim-Öğretim kurumlarında türban giyilmesi serbest bırakılırsa,
insan haklarına saygı gösterilmiş, demokratikleşme yönünde adım
atılmış olacak türünden bir varsayım, tam anlamıyla yanlıştır;

...Bu sonuca neden ve nasıl varıldığının iki yönü var: "Eğitim ve
Öğretim", her konunun hiçbir önyargı taşınmadan incelenmesi,
irdelenmesi, tartışılması ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasını amaçlar.
Her konu ve kavram, ayrım gözetilmeksizin eleştirel bir süzgeçten
geçirilmelidir. Örneğin, insanlığın tarihsel gelişiminde Dinlerin
doğuşunun yalnızca bir aşama olduğu; Tanrıların ortaya çıkışı;
insanlığın çok Tanrılı dönemleri ve tek Tanrı'ya geçiş süreci türbanlı
bir eğitim ortamında, tam bir bilimsel yansızlıkla ele alınabilir mi?
Bu sorunun yanıtı hayırdır..

...Türbanla kapatılan yalnız Baş Değildir, asıl onun içindeki
Beyindir. Türban, tanımı gereği önyargıdır..

...Eğer birileri Türkiye'den İslam'ın, ılımlı, insan haklarına
saygılı ve demokratik bir biçimde siyasallaşmasına öncülük etmesini
isterlerse, kesinlikle buna karşı çıkılmalıdır. Çünkü bu durum,
Türkiye'nin birilerinin İslam'ın siyasallaşması programlarının
oyuncağı olması, bir deney alanı ya da kobayı gibi kullanılması
anlamına gelir. Daha ağır bir biçimde ya da giderek uluslararası
sermayenin sömürü aracı olarak kullanılmak demektir..

...Tıp tarihi de başka Tarihler de;

Kobayların Kendilerine Değil, Başkalarına Yararlı Olduklarını
Yazıyor.."

"Yeni Mahalle Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Zirai Üretim ve Ev
Ekonomisi Meslek Lisesi'nde kıyafet yönetmeliğine uyulmuyor. Yasa ve
yönetmeliğe aykırı olarak derslere tesettürlü olarak girerken, kız
öğrenciler de yere kadar uzanan pardösüler, siyah gözlükler ve
başlarında iğneli eşarplarla okula geliyor..

...Bu konuda ilgili makamlara, şu şikâyetlerin ve iddiaların
iletildiği öğrenildi:

...Mezuniyet törenlerinde, kız öğrenciler erkek öğretmenlerin
elini sıkmıyor.

...Öğrencilere mescide gitmeleri, örtünmenin imanın şartlarından
olduğu, kız öğrencilerin kapanması gerektiği öğütleniyor..

...Tesettürlü öğretmenler, Refah-Yol iktidarı döneminde Tarım
Bakanı'nın danışmanı olarak görev yapan Osman Çiftçi tarafından
korunuyor. Çiftçi hem inkılap tarihi, hem de "Din Dersleri'ne"
giriyor..

...Öğrencilere, çeşitli Dini kitaplar dağıtılıyor. Ve bazı
öğrenciler, Sincan, Demet Evler, Keçiören ve Batıkent gibi semtlerde
bazı evlerde eğitime gönderiliyor..

..Bazı tesettürlü öğretmenler, müdür yardımcısının bilgisi
dahilinde, Bayrak Törenine katılmıyor.."(Hürriyet, 23 Kasım 2000)

PEÇE, ÇARŞAF

"Kuran'da ve hadislerde kadınlar için PEÇE ve ÇARŞAFLA ilgili
hiçbir emir yoktur. Dinimizde olan bir şeyi reddetmek, ne kadar günah
ve hata ise, Dinimizde olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek de o
kadar günah ve hatadır..

...Peygamberimiz tarafından daha hayatta iken Cennetle müjdelenen
Hz. Ayşe, yüzü açık olarak gezmiş I. Murat devrine kadar da
(1360-1389) İslam ülkelerinde çarşaf ve peçe kullanılmamıştır..

...Selçuklular devrinin tarihçisi Şikari, "Elyazması Peçenin"
toplum hayatımıza girmesini şöyle anlatmaktadır:

...Karamanoğlu Alaaddin; Hamitoğlu İlyas diyarını katliam
ettiğinde burada bulunan üç kabile ki bunlar "Türkmen Oymaklarıdır."
Osmanlıların diyarına firar ederek sığınmışlardır. O zaman Murat Han,
(14 y.y.) bunları görüp pak temiz ve uslu insanlar olduklarını
anladığından, kendi şehrinde (Bursa'da ) yerleştirmiş idi. İşte, bu
kabile kadınları pek güzel olduklarından herkes bunları temaşa etmeye
(seyretmeye) başlayınca ulemalar tarafından bu kabilelerin
hanımlarının yüzlerinin siper edilmesi (örtülmesi) emredilmiş idi.
İşte ne vakit taşra çıksalar (dışarı çıksalar) o kabile hatunları
yüzlerini siper ederler idi. Fakat bu hal sonradan diğer kadın ve
kızların da (Bursalı hanımların ) pek hoşuna geldiğinden (biraz da
kıskandıklarından ve kendilerinin de güzel Türkmen kızlarından birisi
zannedilmesini istediklerinden) herkes daima güzelce her tarafını
örtmeye başladı." (Turhan Olcaytu, "Dinimiz ne Emrediyor, ATATÜRK ne
Yaptı? İnkılaplarımız, İlkelerimiz." İstanbul. Okat Yayınevi, 1973)
Tarihçi Şikari'nin bu tespitini, (Em.) Tümg. Turhan Olcaytu
aşağıdaki şekilde yorumlamaktadır;

"Türkmen Boyu'ndan gelen kızların hakikaten çok güzel oldukları,
bugün dahi, bilinen bir gerçektir. Demek ki o tarihte Bursa'ya sığınan
bir kabilenin çok alımlı, çalımlı ve güzel olan kızları Bursalı
delikanlılar tarafından fazlasıyla rahatsız edilmiş ve o derece ileri
gidilmiş ki, nihayet bu mesele ulemaya kadar aksetmiş ve Türkmen
erkekleri ile Bursalı bıçkın delikanlıların arasında bir arbedenin
çıkmasına, şehrin asayişinin bozulmasına ramak kalmış. Bunun üzerine
bir tedbir olarak Türkmen kız ve kadınlarının yüzlerini örtmesi bir
fetva ile bildirilmiştir..

...Yüzleri peçeli olarak dışarıda gezmeye başlayan Türkmen
kızlarının bu hali şüphesiz, Bursalı hanımların derhal gözüne çarpmış
ve bunların neden örtündükleri merak konusu olmuştur. Araştırma
sonunda Türkmen hanımlarının çok güzel olduklarından dolayı, ulema
emriyle böyle örtünmek zorunda kaldıkları anlaşılınca, Bursalı
hanımlar tabii bir Kıskançlığa ve Güzellik bakımından daha aşağı
olmadıklarına inandıkları için (bir kısmı, kendilerinin de Türkmen
kızı zannedilmesi için) onlar da "Peçe" takmaya başlamıştır..

...Bu tarihe kadar (14, y.y.) ne Türk ne de İslam âdetleri ve
töreleri arasında ne PEÇE ne de ÇARŞAF asla mevcut değildir. Bunlar
kadınların kıskançlıklarından doğmuş bir olgu olup daha sonra bir moda
olarak hayatımıza yerleşmişlerdir..".

Kıskançlık olayı, zamanla, daha da ateşlenmiş, Bursa'daki kadınlar
daha güzel olduklarını ispatlamak istercesine kendilerini kara
çarşafın içine saklamışlardır"

Bir kıskançlık olayı ile sosyal hayatımıza giren peçe ve çarşaf;
daha sonra kadınları ikinci sınıf insan olarak gören yobaz düşünce
tarafından Dini bir örtünme şekli imiş gibi gösterilerek Müslüman
kadının böyle garip şekillerde giyinmesini Dini bir zorunluluk olarak
dayatmıştır. Turhan Olcaytu devam ediyor:

"Abbasi (750-1258) hükümdarlarından II. Melik; sınırları içine
kattığı Bizans Kadınları'nın ve onlardan doğan çocukların Müslümanlığı
kabul etmeleri için; MÜSLÜMAN OLMAYAN veya Müslüman bir erkekle
evlenmeyen GAYRİMÜSLİM KADINLARIN Bal Rengi ÇARŞAF GİYMELERİNİ
emretmiştir. Bu buyruk üzerine, çarşafa girmeyi bir 'Hakaret' kabul
eden, giymedikleri için, 'idam edilen' birkaç gayrimüslim kadından
sonra, sayısız gayrimüslim kadın ya Müslümanlığı kabul etmiş ya da
Müslüman bir erkekle evlenerek, ÇARŞAF Denen Hücreye Girmekten
Kurtulmuşlardır..

...Bu kararın verildiği güne kadar (750-1258) İslami bir kıyafet
olarak hiçbir, ülkede, çarşaf mevcut değildir.. ["sadece, Gayri
Müslimlere" zorunlu olarak Giydiriliyor ]

...Peçe ve çarşafın İslamiyet'le hiçbir ilişkisi olmadığı gibi
iffet ve namusla da negatif yönden ilişkisi vardır. Çünkü eğer bir şey
hatalı ise yanlışsa ve yasaksa o iş gizli yapılmak zorundadır. Her
tarafını örtüp, neyin nesi olduğunu gizleyerek istediğiyle her türlü
ilişkiye girecek, kötü huylu bir kadın için, Çarşaf Ve Peçe, Bulunmaz
Bir Karnaval Maskesidir.."(Turhan Olcaytu, "Dinimiz ne Emrediyor,
ATATÜRK ne Yaptı?" 1973)

Kadın olsun erkek olsun bütün insanlarda, özellikle, fiziksel
yapıları yönünden, karşı cinsleri tarafından beğenilmek arzuları
vardır. İnsanların, yaptıkları işe, yaşadıkları zaman ve mekâna göre,
makul ölçülerde, giyinmelerini yasakladığınız zaman, siz onların bu
görülme ve beğenilme dürtülerine baskı uygulamış olursunuz. Bu da
insanlardaki, "gizliye olan merak"tan dolayı daha kötü sonuçlar
doğurur. Hepimizin yaşadığı bir olayı hatırlayalım; plajda yanınızda,
bikini ile, oturan bir kadın pek ilginizi çekmezken, aynı kadın
üzerine yırtmaçlı bir elbise giyip yanınıza gelmiş olsa, "yırtmacının"
tam başladığı yere bakarsınız. Bu ne demektir? Gizli ve yasak her
zaman ilgi çeker. Bu insanın, hatta her canlının doğal yapısında var
olan bir dürtüdür. Bunu kışkırtmanın, "Dine de, topluma da hiçbir
yararı yoktur.

Kadınlarımız; gizli bir şeyler mi yapıyor diye düşünülerek,
kendisini, zan altında bırakan bu kara örtüyü atıp, onun uygar bir
kadın gibi giyinmesini isteyen Atatürk'e ne kadar teşekkür etse azdır.

Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, "İslamcılık Cereyanı-II" isimli
eserinde, RP'nin örtünme konusundaki görüşünü şöyle tespit ediyor:

"Kavga giderek büyüyordu. Erbakan 10 Kasım 1987'de Gaziantep'te
halka şöyle sesleniyordu:

...Örtünme, Kadınları Evlerinde Kalmayı sağlar, ahlaksızlığı ve
fuhuşu önler. Kocanın karısından şüphe etmemesini mümkün kılar. (!)

...Sonuç: Örtünme kurallarına riayet etmeyen, açık saçık gezen
kadın günahkârdır. Dinin dışına çıkmış olur. Dini inkâr etmiş olur!..

... Tesettürü" sağlamak devletin ve kamunun görevidir. Bu kurumlar
bu görevlerini yerine getirmezlerse Müslüman kadınların, meyhane, bar
ve danslı yerlere gitmelerine engel olmayanlar veya bu gibi
hareketlerin yapılmasına kayıtsız kalanlar Allah tarafından
cezalandırılacaklardır."

... Kıyafet, İnanç ve Dinin birbirleri ile doğrudan hiçbir
bağlantısı yoktur. Hz. Muhammet ilk zamanlarda kendi karılarının ve
yakınlarının eşlerinin (Ahlaksızlar, serkeşler tarafından, TANINIP;
(Bunlar müminlerin kızları ve eşleridir. Rahatsız etmeyelim demeleri
için) rahatsız edilmemeleri için, inanan hanımların başlarını beyaz
bir örtü ile örtmelerini emretmiştir." (Tarık Zafer Tunaya,
"İslamcılık Cereyanı - II", 1998.)

Kuran'ı Kerim'de örtünmeyle ilgili ayetler vardır. Bunlardan -
doğrudan ilgili altısı- aşağıya çıkarılmıştır:

Azhap süresi 59. Ayet:

"Ey peygamber, eşlerine ve kızlarına ve iman edenlerin
kadınlarına; dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu
onların TANINMALARINA, tanınıp da eza edilmemelerine (Cariye ve
Gayrimüslim sanılıp da sarkıntılık yapılmasın diye) en elverişli
olanıdır." (Yaşar Nuri Öztürk, " Kuran-ı Kerim Meali" -Türkçe Çeviri-,
İstanbul, 1994.)

A'raf Suresi, 22. Ayet:" (Şeytan) nihayet onları kandırarak aşağı
çekti. O ikisi ağaçtan tadınca Çirkin Yerleri (cinsel organları)
kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine
örtmeye başladılar."

Araf suresi 26. Ayet: "Ey ademoğulları! Size ÇİRKİN YERLERİNİZİ
ÖRTECEK GİYSİ ve "SÜS" kıyafeti indirdik."

Şimdi gözlerini dahi siyah gözlükle kapatanlara sormak lazım.
Acaba Allah'ın özene bezene yarattığı, sizin saçlarınız, yüzünüz ve
gözleriniz çirkin yerleriniz midir de utanıyor ve kapatıyorsunuz?

Nur suresi 31. Ayet: "Mümin kadınlara söyle; bakışlarını yere
indirsinler. Irzlarını/eteklerini (Avret Yerlerini) korusunlar.
Süslerini/ziynetlerini [TAKILARINI ] , görünen kısımlar (?) müstesna
açmasınlar. Örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine
vursunlar. Süslerini (?) şu kişilerden başkasına göstermesinler:
Kocaları, babaları, oğulları, kocalarının oğulları, kocalarının
kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, .Kadınların mahrem (gizli)
yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar."

[Çocukların görmemesi gereken Gizli Yerler (Süsler), kocanın
kardeşine, üvey evlada, babaya, kayın biraderin oğullarına
gösterilebilecek,(?), bu nasıl korunma kavramı? CD]

Bu ayetlerin tümünde de görüldüğü gibi Örtünme'nin Dinimizle, onu
kabul etme veya inkâr etmeyle doğrudan bir ilgisi yoktur. Örtünme
olayı zamana ve mekâna göre, Tanrı tarafından, kullarına kolaylıklar
olsun ve Çirkin Yerlerinin orta yerde olmaması ve belki de mikrop
kaparak, hasta olmamalarıyla ilgili olsa gerektir.

"Cahilliye Devri'nde Arap kadınlarının davranışları çok dikkat
çekicidir. Bizzat Hz. Muhammet tarafından verilen vaazlar sırasında
dahi bu Arap kadınları, gayet laubali bir şekilde "Yarı Çıplak" ve
Tahrik Edici eda ve pozlar içerisinde yerlere uzanarak Peygamberi
Dinlediklerini biliyoruz...

...Peygamber, bu tür hayâsızlıkların kadınları adileştirdiğini
görüyor, onları vakara davet etmek için ve erkeklerin de hislerini
kontrol altında tutabilmek maksadıyla, yaşanılan çağın ihtiyacından
dolayı yarı beline kadar çıplak yaşayan cahilliye devri kadınları için
bu tedbirleri alıyordu." (Turhan Olcaytu, "Dinimiz ne Emrediyor,
ATATÜRK ne Yaptı?." İstanbul. Okat Yayınevi, 1973).

Atatürk 2 Şubat 1923'te İzmir'de yaptığı bir konuşmada örtünme
için bakın ne diyor:

"...Ben sanıyorum ki bu millete, bu memlekete cümlenize malum
olduğu gibi şuradan buradan gelmiş olan bu kötü âdet ki, ne Din, ne
ahlak ve ne tabiat bunu kabul etmez ve ne de Allah emretmiştir.(.)

... Kasabalarda ve şehirlerde yabancıların dikkatini çeken önemli
manzara ve ifade olunan önemli hal cümlemizce malumdur ki, daha çok
örtünme şekli üzerinde tespit edilmiştir. Bu örtünme şekline bakanlar
hüküm veriyorlar ki, kadın evinden başka bir yer görmez ve göremez.
Çünkü sokağa çıktığı zaman gözü ve her tarafı kapalı olmaya mahkûmdur.

... Efendiler bu örtünme şekli Din icabı da değildir. Hatta o
kadar değildir ki, meşru da (yasal da) değildir. Din gereği örtünmeyi
ifade etmek lazım gelirse kısaca diyebiliriz ki, kadınların örtünmesi,
külfet getirmeyecek ve adaba uymayacak şekilde olmamak şartıyla basit
olmalıdır. (.) Yeter ki örtünme şekli kadını hayattan, faaliyetten ve
insanlıktan ayıracak, meşru olmayacak dereceye getirmemiş
olsun." ("Türkiye'nin Geleceği Üzerine İzmir'de Halkla Konuşma", Sadi
Borak, İstanbul, Şubat 1997, s.179, 1923).

27 Ağustos 1925'te İnebolu'da yaptığı konuşmada ise özellikle
"örtünme" konusu üzerinde duran M. Kemal; "Kadın arkadaşlarımız da
bizim gibi anlayışlı ve aydın insanlardır. Bu kadar yüksek ve önemli
bir sonuca ulaşabilmek için gerekirse bazı kurbanlar da verelim; bunun
önemi yoktur." diyordu.

Görüldüğü gibi Atatürk "örtünme" konusunda hiç ödün vermiyordu ve
kadınlarımızın uygarca giyinmelerinin sağlanması için kesin
kararlıydı. Atatürk'ün bu tutumu, bugün, kıyafet konusunda "kem küm"
eden büyüklerimize ithaf olunur.

CEMİL DENK (E. Albay)

.